II.Abdülhamin’in Tahta Çıkışı

I. Bölüm: Tahta Çıkış Öncesi Osmanlı İmparatorluğu’nun Siyasi ve Sosyal Durumu

II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, yalnızca bir hükümdar değişimi değil, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini derinden etkilemiş bir dönüm noktasıdır. 31 Ağustos 1876 tarihinde Osmanlı tahtına oturan Sultan II. Abdülhamid, imparatorluğun hem içeride hem de dışarıda büyük krizlerle boğuştuğu bir zamanda görevi devralmıştır. Onun tahta çıkışını anlamak için, öncelikle Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyıl ortalarındaki siyasi, ekonomik ve toplumsal atmosferini ayrıntılı biçimde ele almak gerekir.

Bu bölümde, resmi kayıtlar, arşiv belgeleri ve dönemin tanıklıkları dikkate alınarak II. Abdülhamid’in tahta çıkışından önce Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu durum ayrıntılı olarak incelenecektir.


Tanzimat ve Islahat Sürecinin Etkileri

1839’da ilan edilen Tanzimat Fermanı, Osmanlı tarihinde modernleşme yönünde önemli bir adımdı. Ardından 1856’da gelen Islahat Fermanı, imparatorluğun Batı’ya yönelişini ve hukuki eşitlik anlayışını daha da ileri götürdü. Ancak bu reformların uygulanmasında karşılaşılan zorluklar, halkın bir kısmında huzursuzluk yaratırken, Batılı devletlerin Osmanlı iç işlerine müdahale etmesini kolaylaştırdı.

Arşiv belgeleri, Tanzimat döneminde getirilen düzenlemelerin özellikle mali alanda istenilen sonucu vermediğini, hatta devletin borçlanma sürecini hızlandırdığını göstermektedir. Ayrıca gayrimüslim tebaanın haklarının genişletilmesi, Avrupa devletleri tarafından Osmanlı’ya baskı unsuru olarak kullanılmıştır. Bu durum, Müslüman halk arasında hoşnutsuzluğa yol açmış ve toplumsal gerilimleri artırmıştır.


Ekonomik Buhran ve Dış Borçlar

XIX. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı ekonomisi ciddi bir çöküş sürecine girdi. Özellikle Kırım Savaşı (1853-1856) sırasında alınan dış borçlar, sonraki yıllarda ödenemeyecek boyutlara ulaştı. 1875 yılında Osmanlı Devleti, borçlarının faizini ödeyemeyeceğini ilan ederek moratoryuma gitmiştir. Bu karar, hem içeride güven kaybına yol açmış hem de Avrupalı alacaklı devletlerin Osmanlı’nın iç işlerine daha fazla müdahale etmesinin önünü açmıştır.

Resmi raporlarda, tarım gelirlerinin düşmesi, sanayi üretiminin Batı ile rekabet edememesi ve vergi toplama sistemindeki yolsuzlukların bütçeyi zayıflattığı açıkça belirtilmektedir. Bu ekonomik zorluklar, halkın üzerindeki vergi yükünü artırmış ve Anadolu’nun birçok bölgesinde huzursuzluklara neden olmuştur.


Dış Politika ve Balkan Bunalımı

II. Abdülhamid’in tahta çıkışından hemen önce Osmanlı Devleti, en büyük tehditlerle Balkanlar’da karşı karşıya kalmıştı. 1875 Hersek İsyanı, kısa sürede Bosna, Bulgaristan ve diğer Balkan bölgelerine yayıldı. Bu isyanlar, Rusya başta olmak üzere büyük devletlerin desteğiyle büyüdü.

Ardından 1876 yılında Sırbistan ve Karadağ Osmanlı’ya karşı savaş ilan etti. Bu gelişmeler, imparatorluğun hem askeri hem de diplomatik açıdan zor durumda kalmasına yol açtı. Osmanlı belgelerinde, ordunun yeterli hazırlık yapamaması, mühimmat ve mali kaynak eksikliği sıkça dile getirilmektedir.


Saray Çevresi ve Taht Değişimleri

II. Abdülhamid’in tahta çıkışını doğrudan hazırlayan en önemli etkenlerden biri, Osmanlı tahtında yaşanan kısa süreli değişimlerdir. 1861’den 1876’ya kadar tahtta bulunan Sultan Abdülaziz, uzun süre iktidarda kalsa da son yıllarında mali buhranlar, Batı karşısındaki başarısızlıklar ve iç muhalefet nedeniyle zor durumda kaldı. 30 Mayıs 1876’da bir darbe ile tahttan indirildi.

Yerine geçen V. Murad, kısa süren saltanatında akıl sağlığı gerekçesiyle görevini sürdüremedi ve sadece 93 gün tahtta kalabildi. Resmi raporlar ve doktor raporları, V. Murad’ın psikolojik rahatsızlıklarının devlet idaresini imkânsız kıldığını göstermektedir. İşte bu ortamda, devlet ricali ve özellikle Şeyhülislam’ın da onayıyla tahta II. Abdülhamid çıkarıldı.


Toplumsal Atmosfer

II. Abdülhamid tahta çıktığında, Osmanlı toplumu büyük bir güvensizlik ve endişe içindeydi. Peş peşe gelen padişah değişiklikleri, ekonomik sıkıntılar ve Balkanlardaki ayaklanmalar, hem İstanbul’da hem de taşrada halkın devlete olan bağlılığını sarsmıştı.

Ayrıca basın hayatı da bu dönemde oldukça hareketliydi. Namık Kemal, Ziya Paşa, Ali Suavi gibi aydınların öncülüğünde gelişen Genç Osmanlı hareketi, meşrutiyet ve anayasal düzen talep ediyordu. II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, işte bu siyasi baskıların da gölgesinde gerçekleşti.


II. Abdülhamid’in tahta çıkışını hazırlayan şartlar, Osmanlı Devleti’nin ekonomik çöküşü, siyasi bunalımları ve toplumsal huzursuzluklarıyla iç içe geçmişti. Resmi belgeler ve dönemin tanıklıkları, 1876 yılının Osmanlı tarihi için tam anlamıyla bir “kriz yılı” olduğunu ortaya koymaktadır.

Sultan II. Abdülhamid, işte böyle bir ortamda tahta çıkmış, imparatorluğu hem içeriden hem dışarıdan kuşatan tehditlerle yüzleşmek zorunda kalmıştır. Onun saltanatının başlangıcını anlamak için, bu ön dönemin sancılı sürecini kavramak büyük önem taşır.

II. Bölüm: II. Abdülhamid’in Hayatı ve Tahta Çıkış Süreci (31 Ağustos 1876)

II. Abdülhamid’in tahta çıkışı yalnızca Osmanlı tahtındaki bir değişiklik değil, aynı zamanda devletin yeni bir yönetim anlayışına doğru yönelmesinin de başlangıcıdır. Onun kişiliği, aldığı eğitim, yaşadığı aile içi ve siyasi tecrübeler, saltanatını derinden etkilemiştir. Bu nedenle II. Abdülhamid’in tahta çıkışını doğru değerlendirmek için önce onun hayatına, karakter özelliklerine ve padişah olmasına giden sürece yakından bakmak gerekir.


II. Abdülhamid’in Doğumu ve Çocukluk Yılları

Sultan II. Abdülhamid, 21 Eylül 1842 tarihinde İstanbul’da, Topkapı Sarayı’na yakın bir köşkte dünyaya geldi. Babası Sultan Abdülmecid, annesi ise Tirimüjgan Kadınefendi’dir. Osmanlı arşiv kayıtlarına göre Abdülhamid küçük yaşta annesini kaybetmiş, bunun üzerine büyümesini üstlenen ve ileride hayatında büyük bir rol oynayacak olan Perestu Kadınefendi tarafından yetiştirilmiştir.

Çocukluk yıllarını mütevazı, sakin ve öğrenmeye açık bir şekilde geçirdiği belgelerden anlaşılmaktadır. Eğitim hayatında özellikle Arapça, Farsça ve Fransızcaya yoğunlaşmış, bunun yanı sıra musikiye ve edebiyata da ilgi duymuştur. Şehzadelik döneminde devlet işlerine doğrudan katılmasa da, dönemin saray atmosferi içinde güçlü bir gözlem yeteneği geliştirdiği bilinmektedir.


Gençlik Yılları ve Eğitim Hayatı

Genç Abdülhamid, diğer şehzadeler gibi sıkı bir disiplin altında yetiştirildi. Resmi belgelerde onun özellikle tarih ve devlet idaresi üzerine özel dersler aldığı, aynı zamanda marangozluk ve bahçecilik gibi pratik sanatlarla da uğraştığı belirtilmektedir. Bu yönüyle o, Batı’daki pek çok hükümdardan farklı olarak hem teorik hem de pratik beceriler geliştirmiştir.

Avrupalı seyyahların ve diplomatların hatıratlarında, genç şehzadenin Batı kültürüne açık olduğu, fakat aynı zamanda İslamî değerlere de bağlı kaldığı ifade edilmektedir. Bu ikili yapı, ilerleyen yıllarda onun siyasetine damgasını vuracaktır.


Abdülaziz Dönemi ve Şehzadelik Tecrübeleri

Amcası Sultan Abdülaziz döneminde, II. Abdülhamid şehzade olarak saray çevresinde daha etkin bir konuma gelmiştir. Kaynaklarda, amcası ile birlikte bazı seyahatlere katıldığı, özellikle 1867’deki Avrupa seyahati sırasında Batı devletlerini tanıma fırsatı bulduğu kaydedilmektedir.

Paris, Londra ve Viyana gibi şehirlerde gördükleri, onun devlet idaresi konusundaki düşüncelerini şekillendirmiştir. Modern kurumların ve sanayileşmenin Osmanlı’ya da uyarlanması gerektiği yönündeki kanaati bu dönemde pekişmiştir.


V. Murad’ın Saltanatı ve Kriz

30 Mayıs 1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesinin ardından yerine geçen V. Murad, yalnızca üç ay tahtta kalabildi. Resmi sağlık raporları ve saray tutanakları, onun akıl sağlığının saltanat sorumluluklarını yerine getirmesine engel olduğunu göstermektedir.

Bu süreçte devlet adamları, yeni bir padişah arayışına girmiş ve gözler şehzadeler arasında en uygun isim olarak Abdülhamid’e çevrilmiştir. Çünkü o, sakin mizacı, kültürlü kişiliği ve siyasi dengeleri gözeten tavırlarıyla öne çıkmaktaydı.


Tahta Çıkış Süreci (31 Ağustos 1876)

V. Murad’ın tahttan indirilmesi kararı alındığında, Osmanlı Devleti hem iç hem de dış baskılarla sarsılıyordu. Balkanlarda isyanlar büyümüş, devlet mali açıdan çöküş noktasına gelmişti. Ayrıca Genç Osmanlılar hareketi, meşrutiyet ilanı için yoğun baskı yapıyordu.

Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi’nin de fetvasıyla, 31 Ağustos 1876 tarihinde II. Abdülhamid tahta çıkarıldı. Resmi kayıtlar, cülus merasiminde onun halkla doğrudan iletişime önem verdiğini, özellikle Meşrutiyet’in ilan edileceği yönündeki taahhütleriyle dikkat çektiğini göstermektedir.


Cülus Töreni ve Halkın Beklentileri

Cülus töreni, her Osmanlı padişahında olduğu gibi ihtişamlı bir şekilde yapılmış, ancak bu kez siyasi atmosferin ağırlığı törene yansımıştır. Arşivlerde yer alan belgeler, İstanbul halkının yeni padişahtan umutlu olduğunu, fakat aynı zamanda ekonomik sıkıntılar nedeniyle büyük beklentiler içine girdiğini ortaya koymaktadır.

Yeni padişah, kısa sürede anayasanın ilan edilmesi ve meşrutiyetin kurulması yönünde sözler vermiştir. Bu sözler, hem Genç Osmanlıların hem de Batı devletlerinin baskılarını karşılamak için bir strateji olarak görülmektedir.


II. Abdülhamid’in Kişiliği ve Yönetim Tarzının İlk İzleri

Tahta çıktığı andan itibaren II. Abdülhamid, temkinli ve dikkatli bir yönetim tarzı benimsemiştir. Kendisini önceleyen padişahların kısa süreli saltanatları ve başarısızlıkları, onun devlet yönetimine daha ihtiyatlı yaklaşmasına neden olmuştur.

Kişiliği üzerine yapılan resmi değerlendirmelerde, onun sabırlı, ileri görüşlü ve stratejik düşünebilen bir yapıya sahip olduğu belirtilmektedir. Ancak aynı zamanda şüpheci karakteri, çevresine fazla güvenmemesine yol açmış ve bu özellik saltanatı boyunca belirleyici olmuştur.


II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, Osmanlı tarihinde bir dönüm noktasıdır. Onun çocukluk ve gençlik yıllarında edindiği tecrübeler, eğitim ve kültürel birikimi, padişahlığının ilk günlerinde sergilediği dikkatli tavırların temelini oluşturmuştur.

31 Ağustos 1876’daki cülus, yalnızca bir hanedan değişimi değil; aynı zamanda imparatorluğun geleceğini belirleyecek yeni bir yönetim anlayışının habercisi olmuştur. Halkın beklentileri büyüktü, devletin sorunları ağırdı ve II. Abdülhamid, bu sorunların ortasında sorumluluk üstlenmişti.

III. Bölüm: İlk İcraatları, Anayasa İlanı ve Meşrutiyet Dönemi

II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, Osmanlı Devleti’nin en kritik dönemlerinden birine denk gelmiştir. Devlet, hem içeride ekonomik ve toplumsal bunalımlarla uğraşıyor hem de dışarıda Balkan isyanları ve büyük devletlerin baskılarıyla yüzleşiyordu. Bu şartlarda yeni padişah, göreve gelir gelmez bir yandan iç istikrarı sağlama, diğer yandan da Batı dünyasına karşı Osmanlı Devleti’nin hâlâ ayakta olduğunu gösterme çabasına girişti. Onun tahta çıkışının hemen ardından yaptığı en önemli icraat, 1876 Kanûn-ı Esâsî’nin ilanı ve I. Meşrutiyet’in açılışı oldu.


II. Abdülhamid’in İlk Günleri ve Devletin Öncelikleri

Tahta geçtiğinde II. Abdülhamid, öncelikle devletin mali sorunlarını ve siyasi krizlerini çözmeye odaklandı. Maliye Nezareti kayıtları, onun ilk adımlarından birinin devlet gelirlerinin düzenlenmesi ve bütçe disiplininin sağlanması olduğunu göstermektedir. Ancak ekonomik sıkıntıların boyutu o kadar büyüktü ki, kısa vadede çözüm bulmak mümkün değildi.

Bunun yanı sıra, dış politikada Balkan bunalımı giderek tırmanıyordu. 1876 yazında başlayan Bulgar isyanları, Avrupa kamuoyunda büyük yankı uyandırmış ve özellikle İngiltere ile Rusya’nın Osmanlı’ya karşı baskılarını artırmasına yol açmıştı. Bu şartlar altında Abdülhamid’in tek başına hareket etmesi mümkün değildi; o da yeni bir siyasi düzenin kurulmasını kabul etti.


Genç Osmanlıların Etkisi ve Meşrutiyet Baskısı

Namık Kemal, Ziya Paşa, Midhat Paşa gibi Genç Osmanlı aydınları, yıllardır meşrutiyet ve anayasal yönetim talep ediyorlardı. Onların fikirleri, hem halk arasında hem de bürokrasi içinde güçlü bir destek bulmuştu.

Midhat Paşa’nın hazırladığı anayasa taslağı, II. Abdülhamid’in tahta çıkışının hemen ardından gündeme getirildi. Yeni padişah, hem Avrupa devletlerinin desteğini kazanmak hem de içerideki muhalefeti yatıştırmak amacıyla bu girişimi destekledi. Resmi belgeler, Abdülhamid’in meşrutiyet fikrine temkinli yaklaştığını, fakat dönemin şartları gereği kabul etmek zorunda kaldığını göstermektedir.


1876 Kanûn-ı Esâsî’nin İlanı

23 Aralık 1876 tarihinde Kanûn-ı Esâsî ilan edildi. Bu tarih, Osmanlı Devleti’nin ilk anayasasının yürürlüğe girdiği gün olarak tarihe geçti. Anayasa, padişahın yetkilerini sınırlıyor gibi görünse de aslında Abdülhamid’e önemli imtiyazlar da tanıyordu.

Kanûn-ı Esâsî’nin öne çıkan maddeleri:

  • Padişah, devletin başı olarak yürütme yetkisine sahipti.
  • Meclis-i Mebusan ve Meclis-i Ayan olmak üzere iki meclis oluşturuldu.
  • Basın özgürlüğü, kişi hakları ve mülkiyet hakkı güvence altına alındı.
  • Ancak padişahın meclisi feshetme yetkisi vardı.

Bu durum, anayasanın görünürde özgürlükçü olmasına karşın, pratikte Abdülhamid’in devlet idaresinde güçlü konumunu koruduğunu göstermektedir.


I. Meşrutiyet’in Açılışı

Kanûn-ı Esâsî’nin ilanından kısa süre sonra, 19 Mart 1877’de Meclis-i Mebusan açıldı. Bu, Osmanlı tarihinde ilk kez halkın temsilcilerinin yasama organında yer aldığı bir gelişmeydi. Mecliste farklı milletlerden vekiller bulunuyor, bu da Osmanlı toplumunun çeşitliliğini yansıtıyordu.

Ancak uygulamada meclis, devletin sorunlarını çözmekte yetersiz kaldı. Tartışmalar daha çok milletlerarası farklılıklar üzerinde yoğunlaştı. Balkan vekillerinin ayrılıkçı talepleri, meclisin düzenli çalışmasını zorlaştırdı. Bu da Abdülhamid’in anayasal düzen konusundaki şüphelerini artırdı.


Osmanlı-Rus Savaşı (1877-1878) ve Meşrutiyetin Sarsılması

Tam da I. Meşrutiyet’in başladığı dönemde Osmanlı, büyük bir dış tehdit ile karşı karşıya kaldı. 93 Harbi olarak bilinen Osmanlı-Rus Savaşı, devletin tüm gücünü zorladı.

Resmi savaş raporları, ordunun hazırlıksız olduğunu, lojistik ve mali sorunların cephede büyük kayıplara yol açtığını göstermektedir. Rus ordusu kısa sürede Balkanlarda ilerledi ve İstanbul kapılarına dayandı. Bu savaş, hem devletin hem de meşrutiyetin kaderini belirleyen bir dönüm noktası oldu.

Savaşın ağır koşulları altında meclis, etkili bir yönetim sergileyemedi. Vekiller arasındaki tartışmalar, devletin ihtiyaç duyduğu birliği sağlayamadı. Bu durum, Abdülhamid’e anayasal düzenin devleti daha da zayıflattığı fikrini güçlendirdi.


Meclisin Feshi ve Abdülhamid’in Yeni Stratejisi

II. Abdülhamid, savaş koşullarını gerekçe göstererek 13 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusan’ı feshetti. Böylece Osmanlı tarihinde anayasal düzen ilk kez askıya alındı.

Padişah, anayasanın yürürlükte kaldığını ilan etti, ancak pratikte artık tek adam yönetimi başlamıştı. Bu olay, II. Abdülhamid’in “istibdat dönemi” olarak bilinen uzun saltanatının başlangıcını oluşturdu.


İlk İcraatların Genel Değerlendirmesi

II. Abdülhamid’in tahta çıkışının ardından attığı ilk adımlar, onun pragmatik ve stratejik bir lider olduğunu göstermektedir. Meşrutiyeti ilan ederek hem içeride hem dışarıda destek toplamayı başardı, fakat kısa sürede bunun Osmanlı için faydalı olmadığını düşündü.

Resmi kayıtlar, onun özellikle savaş ve kriz anlarında devleti merkeze alan, güçlü bir otorite kurmaya yönelik tavır aldığını göstermektedir. Bu tavır, saltanatının ilerleyen yıllarında daha belirgin hale gelecektir.


II. Abdülhamid’in tahta çıkışının hemen sonrasındaki dönemde Osmanlı Devleti, tarihinin en önemli anayasal deneyimini yaşamış, fakat aynı zamanda en ağır savaşlarından birine girmiştir. 1876 Kanûn-ı Esâsî’nin ilanı ve I. Meşrutiyet’in açılışı, onun yönetim tarzını anlamak için kritik önemdedir.

Yeni padişah, kısa sürede özgürlükçü görünümlü bir yönetimden merkeziyetçi bir otoriteye yönelmiş, böylece imparatorluğu ayakta tutacak stratejilerini şekillendirmeye başlamıştır.

IV. Bölüm: Tahta Çıkışın Osmanlı İç Siyaseti ve Uluslararası Dengelere Etkisi

II. Abdülhamid’in 31 Ağustos 1876’da Osmanlı tahtına çıkışı, yalnızca iç politikada değil, uluslararası ilişkilerde de köklü değişimlere yol açtı. Onun saltanatı başladığında imparatorluk, içte anayasal yönetim denemeleriyle, dışta ise Avrupa devletlerinin baskısıyla sarsılıyordu. Dolayısıyla yeni padişahın göreve başlaması, hem Osmanlı iç siyasetinde bir denge arayışı hem de dış politikada ayakta kalma mücadelesi anlamına gelmekteydi.


İç Siyasete Etkileri

II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, Osmanlı iç siyasetinde kısa vadede umut, uzun vadede ise merkeziyetçiliğin güçlenmesi sonucunu doğurdu.

1. Meşrutiyet Umudu ve Hayal Kırıklığı
Padişahın cülusunun hemen ardından ilan edilen Kanûn-ı Esâsî ve açılan Meclis-i Mebusan, halk arasında özgürlük ve eşitlik beklentilerini artırdı. İstanbul basınında çıkan yazılarda, “devletin yeni bir çağa girdiği” vurgulanıyordu. Ancak kısa süre sonra meclisin feshedilmesi, bu umutların sönmesine yol açtı. Halk, yeniden güçlü bir padişah yönetimiyle karşı karşıya kaldı.

2. Bürokratik Düzenlemeler
Abdülhamid, iç siyasette devlet kurumlarını daha etkin hale getirmeyi hedefledi. Arşiv kayıtlarında, özellikle maliye ve eğitim alanında reform girişimleri dikkat çekmektedir. Devlet gelirlerini artırmak için yeni vergilendirme yöntemleri denendi, eğitimde ise rüştiye ve idadi okullarının sayısı artırıldı.

3. Muhalefetle İlişkiler
Tahta çıkışının ilk yıllarında Genç Osmanlılar ile iş birliği yapan Abdülhamid, kısa sürede onlarla yollarını ayırdı. Midhat Paşa’nın sürgüne gönderilmesi, muhalefetin baskıyla susturulduğunu gösteren önemli bir işaretti. Böylece Osmanlı iç siyasetinde daha sert bir padişah otoritesi tesis edildi.


Uluslararası Dengelere Etkileri

II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, özellikle Avrupa devletleri tarafından yakından izlendi. Çünkü Osmanlı tahtındaki her değişiklik, Doğu Sorunu’nun seyrini doğrudan etkiliyordu.

1. Büyük Devletlerin Beklentileri
Avrupa devletleri, yeni padişahtan özellikle azınlıkların haklarının genişletilmesini ve meşrutiyetin kalıcı hale gelmesini bekliyordu. Nitekim Tersane Konferansı (Aralık 1876), Osmanlı’daki azınlıkların durumunu görüşmek üzere toplanmıştı. Ancak Abdülhamid, bu konferansta verilen kararları kabul etmedi. Bu durum, Avrupa ile Osmanlı arasındaki gerilimi artırdı.

2. Rusya ile İlişkiler
Tahta çıkışından kısa süre sonra patlak veren 93 Harbi (1877-1878), Abdülhamid’in dış politika stratejisini belirleyen en önemli olay oldu. Rusya’nın Balkanlar’daki etkisi artarken Osmanlı ciddi toprak kayıpları yaşadı. Padişah, bu süreçte diplomasi yoluyla devleti ayakta tutmaya çalıştı.

3. Berlin Kongresi ve Yeni Dönem
Savaşın ardından imzalanan Ayastefanos Antlaşması, Osmanlı için ağır şartlar içeriyordu. Ancak Avrupa devletlerinin müdahalesiyle yapılan Berlin Kongresi (1878), bu şartları kısmen hafifletti. Yine de Osmanlı, Balkanlar’daki nüfuzunu büyük ölçüde kaybetti. II. Abdülhamid’in tahta çıkışının dış politikadaki sonucu, imparatorluğun Avrupa dengeleri karşısında daha kırılgan hale gelmesiydi.


Abdülhamid’in Yeni Dış Politika Stratejisi

Tahta çıkışının ardından yaşanan gelişmeler, II. Abdülhamid’in dış politikada yeni bir strateji benimsemesine yol açtı. Bu strateji üç temel unsur üzerine kuruluydu:

  • Denge Politikası: Osmanlı, büyük devletler arasında tarafsız kalmaya ve çıkarlarını denge siyasetiyle korumaya çalıştı.
  • İslam Birliği (Panislamizm): Abdülhamid, halifelik makamını kullanarak Müslüman dünyasını Osmanlı etrafında toplamayı hedefledi. Bu politika, özellikle İngiltere ve Fransa’nın sömürgelerindeki Müslüman topluluklar üzerinde etkili oldu.
  • Almanya ile Yakınlaşma: 1878 sonrasında Almanya, Osmanlı için önemli bir müttefik haline geldi. II. Abdülhamid, Almanya’yı İngiltere ve Rusya’ya karşı denge unsuru olarak gördü.

Toplumsal Yansımalar

II. Abdülhamid’in tahta çıkışının ardından izlediği politikalar, Osmanlı toplumunda farklı tepkiler doğurdu.

  • Müslüman Halk: Padişahın İslam birliği politikası, özellikle Anadolu ve Arap topraklarında destek buldu. Halk, halifenin otoritesini sahiplenerek devlete olan bağlılığını sürdürdü.
  • Gayrimüslim Tebaa: Meşrutiyetin kısa sürmesi ve azınlık haklarının sınırlı kalması, gayrimüslim topluluklar arasında hayal kırıklığı yarattı. Bu durum, ayrılıkçı hareketlerin devam etmesine neden oldu.
  • Aydınlar ve Basın: Basın özgürlüğü anayasa ile güvence altına alınmıştı, ancak meclisin feshedilmesinden sonra sansür uygulamaları başladı. Bu da aydın kesimde padişaha karşı muhalefeti güçlendirdi.

II. Abdülhamid’in tahta çıkışının Osmanlı iç siyasetine etkisi, kısa süreli bir özgürlük deneyimi sonrasında merkeziyetçi bir yönetimin kurulması şeklinde özetlenebilir. Dış politikada ise padişah, büyük devletler arasındaki hassas dengeleri gözetmek zorunda kaldı.

Resmi belgeler, Abdülhamid’in özellikle Berlin Kongresi’nden sonra dış politikada daha temkinli ve stratejik adımlar attığını, içeride ise otoriteyi güçlendirmeye yöneldiğini göstermektedir. Bu yöneliş, onun uzun saltanatını şekillendiren temel özelliklerden biri olmuştur.


II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, Osmanlı Devleti’nin hem içte hem dışta yaşadığı büyük krizlerin ortasında gerçekleşti. Meşrutiyet denemesi kısa sürede başarısız olmuş, fakat bu süreç padişaha yeni stratejiler geliştirme fırsatı vermiştir. Dış politikada denge siyaseti ve İslam birliği politikaları, Abdülhamid’in imparatorluğu ayakta tutma çabasının temelini oluşturmuştur.

V. Bölüm: Genel Değerlendirme ve Sonuç (Günümüze Kadar Uzanan Etkiler)

II. Abdülhamid’in 31 Ağustos 1876’da tahta çıkışı, Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi ve toplumsal tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir. Onun padişahlığa yükseldiği şartlar, imparatorluğun kaderini belirleyen krizlerle iç içeydi: ekonomik iflas, Balkan isyanları, büyük devletlerin baskısı ve içeride meşrutiyet talepleri. Bu zorlu ortamda Abdülhamid’in tahta çıkışı, yalnızca bir hükümdar değişimi değil, devletin uzun yıllar sürecek yeni bir yönetim anlayışına geçişinin de başlangıcıydı.


II. Abdülhamid’in Saltanatının Başlangıcındaki Miras

Tahta geçtiğinde Abdülhamid, seleflerinden devraldığı sorunlarla yüzleşmek zorunda kaldı.

  • Mali Çöküş: Devlet, 1875’te borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etmişti. Bu durum Osmanlı’yı Avrupa mali kontrolüne açık hale getirdi.
  • Balkan İsyanları: Bulgaristan, Bosna ve Sırbistan’daki ayaklanmalar, imparatorluğu parçalama noktasına getirmişti.
  • Taht İstikrarsızlığı: Abdülaziz’in hal’i ve V. Murad’ın kısa süren saltanatı, Osmanlı tahtının güvenilirliğini zedelemişti.

Bu miras, Abdülhamid’in yönetim tarzını belirleyen en önemli faktör oldu. O, krizlerle başa çıkabilmek için merkeziyetçi, temkinli ve stratejik bir yönetim anlayışı geliştirdi.


Meşrutiyet Deneyimi ve Merkeziyetçi Yönetimin Doğuşu

II. Abdülhamid’in tahta çıkışının ardından ilan edilen Kanûn-ı Esâsî ve açılan I. Meşrutiyet, Osmanlı tarihinde anayasal yönetime doğru atılmış büyük bir adımdı. Ancak bu deneyim, kısa süre içinde dış savaşlar ve iç anlaşmazlıklar nedeniyle başarısız oldu.

93 Harbi’nin ardından meclisin feshedilmesi, Abdülhamid’in uzun yıllar sürecek istibdat dönemini başlatmasına zemin hazırladı. Böylece, tahta çıkışının hemen ardından yaşanan anayasal deneyim, hem halkta hem de devlet ricalinde hayal kırıklığı yaratırken, Abdülhamid’e merkeziyetçi yönetim için meşruiyet sağladı.


Uluslararası Dengeler ve Yeni Stratejiler

II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, uluslararası dengelerde de yeni bir sayfa açtı.

  • Rusya Tehdidi: 93 Harbi sonrasında Osmanlı’nın zayıflığı ortaya çıkmış, ancak Berlin Kongresi ile devlet kısmen nefes alabilmişti.
  • Batılı Devletlerle İlişkiler: Avrupa, Osmanlı üzerindeki baskısını sürdürdü. Abdülhamid, bu baskılara karşı denge siyaseti izledi.
  • İslam Birliği Politikası: Tahta çıkışından sonra özellikle halifelik makamını güçlendiren Abdülhamid, Müslüman toplulukların desteğini sağlamaya çalıştı. Bu politika, İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci devletleri tedirgin etti.

Bu stratejiler, imparatorluğun yıkılmasını geciktiren ama aynı zamanda Osmanlı’nın dış politikada bağımsız hareket alanını daraltan unsurlar oldu.


Toplumsal ve Kültürel Yansımalar

II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, Osmanlı toplumunda farklı duygular uyandırdı.

  • Müslüman Tebaa: Padişahın İslam birliğini öne çıkaran politikaları, Müslüman halkın devlete bağlılığını güçlendirdi.
  • Gayrimüslim Tebaa: Azınlık haklarının genişletilmesi beklentisi karşılanmayınca ayrılıkçı hareketler devam etti.
  • Aydınlar ve Genç Osmanlılar: Meşrutiyetin kısa sürmesi, aydın kesimde muhalefeti besledi. Namık Kemal ve arkadaşlarının sürgün edilmesi, basına sansür uygulanması, padişaha karşı entelektüel direnci artırdı.

Abdülhamid’in Karakterinin Tahta Çıkışla Şekillenen Yönleri

Tahta çıkışı ve sonrasındaki krizler, II. Abdülhamid’in kişiliğinin yönetim tarzına nasıl yansıdığını da gösterir:

  • Temkinlilik: Tahta geçer geçmez anayasal yönetimi kabul edip kısa süre sonra feshetmesi, onun pragmatizminin kanıtıdır.
  • Şüphecilik: Saray entrikaları ve dış baskılar, padişahı çevresine güvenmemeye yöneltti. Bu da ilerleyen yıllarda istibdat yönetiminin temel özelliği oldu.
  • Uzun Vadeli Strateji: Onun dış politikadaki denge siyaseti ve İslam birliği vurgusu, tahta çıkışının ilk yıllarında oluşan stratejik bakış açısının yansımasıdır.

Günümüze Kadar Uzanan Etkiler

II. Abdülhamid’in tahta çıkışı ve ardından uyguladığı politikalar, günümüz Türkiye’sine kadar uzanan etkiler bırakmıştır.

  • Anayasal Geleneğin Başlangıcı: 1876 Kanûn-ı Esâsî, Türkiye’nin anayasal düzenine giden yolun ilk basamağıdır. Cumhuriyet anayasalarının temelinde bu deneyimin izleri vardır.
  • Merkeziyetçi Yönetim Geleneği: Abdülhamid’in güçlü padişah modeli, sonraki dönemlerde devlet yönetiminde otoriter eğilimlerin referans noktası olmuştur.
  • İslam Birliği Fikri: Onun panislamist politikaları, XX. yüzyılda hem Osmanlı sonrası İslam dünyasında hem de Türkiye’nin dış politikasında etkili bir düşünce olarak yaşamaya devam etmiştir.
  • Eğitim ve Modernleşme: Tahta çıkışı sonrası başlattığı eğitim hamleleri, modern Türkiye’nin eğitim sistemine zemin hazırlamıştır.

Genel Değerlendirme

II. Abdülhamid’in tahta çıkışı, Osmanlı tarihinin kırılma noktalarından biridir. Onun saltanatı, imparatorluğun dağılma sürecini yavaşlatmış, fakat aynı zamanda toplumda özgürlük taleplerini bastırarak yeni bir istibdat dönemine yol açmıştır.

Resmi belgeler, Abdülhamid’in hem krizleri fırsata çevirebilen pragmatik bir devlet adamı, hem de otoritesini pekiştirmek için anayasal düzeni feda etmekten çekinmeyen bir hükümdar olduğunu ortaya koymaktadır.


II. Abdülhamid’in 31 Ağustos 1876’da tahta çıkışı, Osmanlı tarihinin yalnızca bir dönemi değil, bugüne kadar uzanan bir mirası ifade etmektedir. Onun tahta çıkışıyla başlayan süreç, Osmanlı Devleti’nin son yüzyılını şekillendirmiş, Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi ve toplumsal yapısına doğrudan etki etmiştir.

Dolayısıyla, II. Abdülhamid’in cülusu, tarihte bir başlangıç noktası olarak değil, devletin krizlerle mücadele ederken geliştirdiği uzun vadeli stratejilerin miladı olarak da okunmalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir