Ailesi, Çocukluk ve Eğitim Yılları (1881–1905)
Mustafa Kemal Atatürk, 1881 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Selânik şehrinde, Kocakasım Mahallesi’nde üç katlı pembe bir evde doğduktb.gov.tr. Babası Ali Rıza Efendi, annesi Zübeyde Hanım’dır. Ali Rıza Efendi, milis subaylığı yapmış, devlet dairelerinde memurluk ve kereste ticaretiyle uğraşmış; annesi Zübeyde Hanım ise Selânik yakınlarındaki Langaza’da yerleşmiş eski bir Türk ailesinin kızıydıktb.gov.tr. Mustafa’nın beş kardeşinden dördü küçük yaşlarda hayatını kaybetmiş, yalnızca Makbule (Atadan) yetişkinliğe erişerek 1956 yılına dek yaşamıştırktb.gov.tr.
Küçük Mustafa eğitim çağına geldiğinde annesinin isteğiyle önce geleneksel mahalle mektebinde öğrenime başladı; ancak kısa süre sonra babasının yönlendirmesiyle döneminin modern eğitim veren okullarından Şemsi Efendi Mektebi’ne geçtiktb.gov.tr. Mustafa henüz yedi yaşındayken babası Ali Rıza Bey’i kaybetti (1888)ktb.gov.tr. Bu acı kayıp üzerine bir süre dayısı Hüseyin Efendi’nin çiftliği olan Rapla Çiftliği’nde kırsal bir ortamda kaldı. Ardından Selânik’e geri dönerek ilkokul eğitimini tamamladı. Eğitimine ortaokul düzeyinde Selânik Mülkiye Rüştiyesi’nde (sivil okulda) başladı, fakat asker olmak istediğine karar vererek ailesinden habersiz şekilde sınavlarına girip Selânik Askerî Rüştiyesi’ne (askerî ortaokul) kayıt yaptırdıktb.gov.tr. Bu okula başladığı 1893 yılında, matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi, ismine bir “Kemal” adı ekleyerek onu Mustafa Kemal diye çağırmaya başladıktb.gov.tr. Böylece hayatı boyunca kullanacağı “Kemal” ismini almış oldu.
Mustafa Kemal, askeri öğrenci olarak çalışkanlığıyla dikkat çekti. 1896 yılında Manastır Askerî İdadisi’ne (lise dengi askerî okul) girdi ve bu okulu 1899’da başarıyla bitirdiktb.gov.tr. Aynı yıl Osmanlı’nın başkenti İstanbul’a giderek Harp Okulu’na (Kara Harp Okulu) başladı. 1902’de Harp Okulu’ndan teğmen rütbesiyle mezun oldu ve subaylık eğitimini bir adım ileri götürerek Harp Akademisi’ne devam ettiktb.gov.tr. Kurmay subay yetiştiren Harp Akademisi’ni de 11 Ocak 1905 tarihinde yüzbaşı rütbesiyle tamamlayarak kurmay (üst rütbeli karargâh subayı) diplomasını aldıktb.gov.tr. Böylece Mustafa Kemal, genç bir kurmay yüzbaşı olarak Osmanlı ordusunda göreve başlamak üzere yetişmiş oldu.
İlk Askerî Görevleri ve Osmanlı İmparatorluğu Dönemi (1905–1911)
Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal’in ilk görev yeri, 1905 yılında Şam’daki 5. Ordu karargâhı olduktb.gov.tr. 1905–1907 yılları arasında Suriye’nin merkezi Şam’da görev yapan Mustafa Kemal, burada bazı arkadaşlarıyla birlikte Vatan ve Hürriyet adlı gizli bir derneğin faaliyetlerine katıldı. Osmanlı İmparatorluğu’nda meşrutiyet yönetimini ve reformları savunan bu tür fikir akımları, genç subay Mustafa Kemal’in siyasi düşüncelerini şekillendirmekteydi. 1907 yılında rütbesi kıdemli yüzbaşılığa (Osmanlıca rütbe ismiyle Kolağası) terfi etti ve Makedonya’daki 3. Ordu’ya, Manastır (Bitola) şehrine atandıktb.gov.tr. Bu dönemde Osmanlı’da İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) öncülüğünde II. Meşrutiyet’in ilan edilmesi (1908) gibi önemli gelişmeler yaşanıyordu. Mustafa Kemal, başlangıçta İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olsa da ilerleyen yıllarda Cemiyet’in politikalarına muhalif görüşler geliştirecektir.
13 Nisan 1909’da İstanbul’da meşrutiyet karşıtı 31 Mart Vakası adıyla bilinen isyan patlak verdiğinde, Mustafa Kemal 3. Ordu’ya bağlı Hareket Ordusu’nun Kurmay Başkanı olarak görevlendirildi. Hareket Ordusu, Selanik’ten gelerek İstanbul’da irticai ayaklanmayı bastırdı ve Sultan II. Abdülhamid’i tahttan indirerek düzeni yeniden sağladıen.wikipedia.orgen.wikipedia.org. Bu olayda Mustafa Kemal’in ordu içindeki planlama ve sevk-idare becerileri takdir topladı. 1910 yılında Mustafa Kemal kısa süreliğine Fransa’ya gönderilerek Picardie’deki askeri tatbikatlara Osmanlı gözlemcisi olarak katıldıen.wikipedia.org. Avrupa’daki askeri yenilikleri yakından inceleme fırsatı bulduğu bu tecrübe, onun çağdaş askerî bilgiler edinmesini sağladı.
1911 yılına gelindiğinde Mustafa Kemal İstanbul’da Genelkurmay Başkanlığı emrinde çalışmaya başlamıştıktb.gov.tr. Aynı yıl Osmanlı Devleti, Trablusgarp (Bugünkü Libya) topraklarını İtalya’nın saldırısına karşı savunmak zorunda kaldı. İtalyanların Trablusgarp’a hücumu ile başlayan savaş (1911), Mustafa Kemal’i ilk defa cephe deneyimiyle tanıştıracaktı.
Trablusgarp Savaşı (1911–1912)
1911 Eylül ayında İtalya, Osmanlı toprağı Trablusgarp’a (Libya) saldırarak işgal girişiminde bulunduğunda Osmanlı Devleti hazırlıksız yakalandı. Düşmana karşı bölgedeki yerel kuvvetleri organize etmek amacıyla, aralarında Mustafa Kemal’in de bulunduğu gönüllü Osmanlı subayları gizli yollardan Trablusgarp’a geçtiler. Mustafa Kemal, İngilizlerin Mısır’ı kontrol etmesi yüzünden bölgeye resmî birlik gönderilemediği için sivil kılıkla ve kendi imkânlarıyla Kuzey Afrika’ya ulaştıen.wikipedia.org. Libya’ya giden Osmanlı subayları yerli halktan oluşan birliklere liderlik ederek İtalyan ilerleyişini durdurmaya çalıştı. Mustafa Kemal, özellikle Trablusgarp vilayetinin Tobruk ve Derne bölgelerinde görev yaparak önemli başarılar kazandıktb.gov.tr. 22 Aralık 1911 tarihinde Tobruk’ta İtalyan kuvvetlerini mağlup ettiktb.gov.tr. Bu zafer, bölgedeki direnişi güçlendirdi ve Mustafa Kemal’in askerî yeteneğini ortaya koydu. Ardından Derne bölgesinde savunmayı örgütleyen Mustafa Kemal, 6 Mart 1912’de Derne’deki Osmanlı kuvvetlerinin komutanlığına getirildiktb.gov.tr.
Trablusgarp cephesinde savaşırken Mustafa Kemal ciddi bir yaralanma tehlikesi de atlattı. 16–17 Ocak 1912’de Derne’deki çatışmalar sırasında, İtalyanların havadan yaptığı bombardımanda etrafa saçılan taş ve şarapnel parçalarından biri Mustafa Kemal’in sol gözüne isabet etti. Bu yaralanma sonucunda gözünde kalıcı bir hasar oluştu ancak tamamen görme kaybı olmadıen.wikipedia.org. Yaralı halde bile cepheyi bırakmak istemeyen Mustafa Kemal, doktorların ısrarıyla kısa bir süre hastanede tedavi gördü ve birkaç hafta içinde görevine dönerek Derne savunmasını başarıyla sürdürdüen.wikipedia.org. Osmanlılar, Trablusgarp’ta Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde yerel kuvvetlerle üstün İtalyan güçlerini bir süre durdurmayı başarsalar da, Balkanlar’da patlak veren yeni savaş nedeniyle kalıcı bir zafer elde edemedileren.wikipedia.org. Ekim 1912’de imzalanan Uşi (Ouchy) Antlaşması ile Osmanlı Devleti, Trablusgarp ve Bingazi’yi İtalya’ya bırakmak zorunda kaldı. Mustafa Kemal ise Trablusgarp cephesindeki görevini tamamlayıp yeni başlayan mücadeleye katılmak üzere apar topar Balkanlar’a hareket ettien.wikipedia.org.
Balkan Savaşları (1912–1913)
Osmanlı Devleti, Trablusgarp Savaşı henüz bitmeden Ekim 1912’de Birinci Balkan Savaşı’nın şoku ile sarsıldı. Balkan uluslarının Osmanlı’ya karşı başlattığı bu savaşta Osmanlı ordusu büyük yenilgiler alarak Balkan coğrafyasının çoğunu kaybetti. Mustafa Kemal, Balkan Savaşı sırasında Gelibolu Yarımadası’nda ve Bolayır hattında görevlendirildiktb.gov.tr. 1912 yılı Aralık ayında Bolayır bölgesinden Bulgar kuvvetlerine karşı düzenlenen çıkarma harekâtına kurmay subay olarak katıldı. Bu harekât başarıya ulaşamasa da Mustafa Kemal cephe koşullarında tecrübe kazandı.
1913 baharında patlak veren İkinci Balkan Savaşı Osmanlı’ya kaybettiği bazı toprakları geri alma fırsatı sundu. Bu kez Mustafa Kemal, Edirne ve Dimetoka’nın Bulgarlardan geri alınması için düzenlenen harekâta katıldıktb.gov.tr. Osmanlı ordusu Enver Bey komutasında Temmuz 1913’te Edirne’yi geri alırken, Mustafa Kemal de kurmay subay olarak Dimetoka ve Edirne’nin kurtarılması harekâtında önemli hizmetler verdiktb.gov.tr. İstanbul’un fethinden önce Osmanlı’ya başkentlik yapmış Edirne’nin tekrar kazanılması, ülkede büyük sevinç yarattı ve bu başarıda görev alan subaylar arasında Mustafa Kemal’in de payı oldu.
Balkan Savaşları sonrasında barış sağlandığında, Osmanlı Devleti Avrupa’daki topraklarının büyük kısmını kaybetmişti. Savaş sırasında gösterdiği gayretlerle dikkati çeken Mustafa Kemal, savaşın ardından 1913’te Sofya’ya askeri ataşe (ateşemiliter) olarak atandıktb.gov.tr. Bu görev, ona Balkan ülkelerinin siyasi ve sosyal yapısını yakından tanıma imkânı sundu. Sofya’da bulunduğu dönemde 1914 yılı başlarında rütbesi yükseltilerek yarbay olduktb.gov.tr. Genç bir yarbay olan Mustafa Kemal, I. Dünya Savaşı’nın yaklaşan bulutlarını Balkan başkentlerinde hissediyordu. Nitekim 1914’ün yazında I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde, Osmanlı Devleti de kısa süre sonra kendisini bu büyük harbin içinde buldu.
Çanakkale Cephesi ve I. Dünya Savaşı (1914–1915)
Osmanlı İmparatorluğu Kasım 1914’te I. Dünya Savaşı’na İttifak Devletleri’nin (Almanya ve Avusturya-Macaristan) yanında girdi. Mustafa Kemal, savaş başladığında Sofya’daki ataşelik görevinin sonuna gelmiş ve yurda dönmek için izin istemişti. Ocak 1915’te İstanbul’a çağrılarak Tekirdağ’da yeni kurulan 19. Tümen’in komutanlığına atandıktb.gov.tr. Bu tümen Gelibolu Yarımadası’nın savunması için hazırlanıyordu. Çok geçmeden İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve müttefikleri), Osmanlı başkenti İstanbul’u ele geçirmek amacıyla Çanakkale Boğazı’na büyük bir harekât başlattılar.
İtilaf kuvvetleri 18 Mart 1915’te güçlü bir donanmayla Çanakkale Boğazı’nı zorladılar ancak Osmanlı topçusunun direnişi ve mayınlar nedeniyle ağır kayıplar verdilerktb.gov.tr. Boğazı geçemeyen düşman kuvvetleri, strateji değiştirerek Gelibolu Yarımadası’na asker çıkarmaya karar verdilerktb.gov.tr. 25 Nisan 1915 sabahı İngiliz, Fransız ve Anzak (Avustralya-Yeni Zelanda) birlikleri farklı noktalardan çıkarma harekâtına başladılar. İtilaf kuvvetlerinin Arıburnu koyundan karaya çıktığı kritik anda, bölgedeki Osmanlı 19. Tümeni’nin komutanı Yarbay Mustafa Kemal inisiyatif alarak birliklerini Conkbayırı – Kocaçimentepe hattına sevk ettiktb.gov.tr. Karaya çıkan düşman askerlerinin ilerleyişini durdurmak için askerlerine verdiği ünlü emir tarihe geçecekti: “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum!” sözleriyle Mehmetçiklere siperlerinde sonuna dek direnme talimatı verdiktb.gov.tr. Bu fedakârca emir doğrultusunda Türk askerleri, tümen komutanlarının önderliğinde canları pahasına taarruza kalkarak düşmanı durdurdu. Mustafa Kemal’in inisiyatifi ve askerlerinin kahramanlığı sayesinde Anzak kuvvetleri geri çekilmek zorunda kaldı. Bu ilk başarının ardından gösterdiği liderlikle Mustafa Kemal’in rütbesi albaylığa yükseltildiktb.gov.tr.
Çanakkale Savaşı, yaz aylarında düşmanın yeni çıkarmaları ve Türk ordusunun karşı taarruzlarıyla devam etti. İtilaf Devletleri Ağustos 1915’te tekrar büyük bir taarruz başlattığında, Mustafa Kemal Anafartalar Grup Komutanlığı’na getirildi. 9–10 Ağustos 1915’te Anafartalar Zaferi’ni kazanarak düşmanın ilerlemesini bir kez daha durdurduktb.gov.tr. Ardından 17 Ağustos Kireçtepe ve 21 Ağustos II. Anafartalar zaferleriyle düşmanın tüm ümitlerini kırdıktb.gov.tr. Çanakkale cephesinde Mustafa Kemal ve askerlerinin destansı direnişi, dünya tarihinde “Çanakkale Geçilmez!” sözüyle özdeşleşen bir zaferle sonuçlandıktb.gov.tr. Osmanlı ordusu bin bir zorlukla yaklaşık 253.000 şehit vermiş olsa da vatan toprağını savunmayı başarmıştıktb.gov.tr. Bu cephedeki üstün gayreti nedeniyle Mustafa Kemal, Anafartalar Kahramanı olarak anılmaya başlandı. Çanakkale Zaferi, genç komutanın sadece Türkiye’de değil, dünyada da adının duyulmasını sağladı.
Doğu Cephesi ve Suriye Harekâtı (1916–1918)
Çanakkale muharebelerinin sona ermesinin ardından Mustafa Kemal, 1916 yılı başlarında Edirne’deki 16. Kolordu komutanlığına tayin edildiktb.gov.tr. Ancak Rus Çarlık ordusunun doğuda doğu Anadolu’ya doğru ilerlemesi üzerine aynı yılın yaz aylarında Diyarbakır ve Bitlis yöresindeki 2. Ordu emrine gönderildiktb.gov.tr. Doğu Cephesi’nde gösterdiği başarılarla 1 Nisan 1916’da tümgeneralliğe (paşalığa) terfi ettiktb.gov.tr – bu, Osmanlı’da “Mirliva” rütbesidir ve kendisine Mustafa Kemal Paşa diye hitap edilmeye başlanmıştır. Komutasındaki birlikler Ağustos 1916’da Bitlis ve Muş’u Rus işgalinden geri alarak önemli bir başarı elde ettiktb.gov.tr. Doğu Anadolu’daki bu zaferler, Osmanlı ordusunun moralini yükseltti ve Mustafa Kemal Paşa’nın generaller arasındaki itibarını pekiştirdi.
1917 yılına gelindiğinde, savaşın gidişatı Osmanlılar aleyhine dönmeye başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa, kısa süreli görevler için Halep ve Şam bölgelerine gönderildiktb.gov.tr. Bu dönemde Osmanlı ordusunun Filistin-Suriye cephesindeki durumu kritik hale gelmişti. Almanya ile ittifak gereği, bu cephede Alman komutan Falkenhayn’ın emrine giren 7. Ordu’ya Ağustos 1917’de Mustafa Kemal Paşa komutan olarak atandıen.wikipedia.orgen.wikipedia.org. Ancak Mustafa Kemal, Alman komutanların stratejilerini isabetsiz buluyor ve Türk ordusunun savunması için farklı öneriler sunuyordu. Cephedeki şartların yetersizliği ve Alman komuta kademesiyle yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle bir süre sonra 7. Ordu komutanlığından kendi isteğiyle ayrıldıen.wikipedia.org. İstanbul’a dönen Mustafa Kemal Paşa, bu sırada Veliaht Vahdettin (geleceğin sultanı VI. Mehmed) ile Almanya’ya bir inceleme gezisine katıldıen.wikipedia.org. Almanya’da bulunduğu esnada cepheleri yakından görme fırsatı buldu ve İttifak Devletleri’nin savaşı kaybedeceğine dair öngörülerini açıkça dile getirdien.wikipedia.org. Bu gezi dönüşünde sağlık sorunları yaşayan Mustafa Kemal, Viyana ve Karlsbad’da bir süre tedavi görerek dinlendien.wikipedia.org.
Osmanlı Devleti’nin durumu hızla kötüleşirken, Sultan VI. Mehmed (Vahdettin) Temmuz 1918’de Mustafa Kemal’i yeniden Suriye cephesine gönderdien.wikipedia.org. Mustafa Kemal Paşa, İngiliz kuvvetlerinin Filistin’de taarruza geçtiği bu zor dönemde, Yıldırım Orduları Grubu’na bağlı 7. Ordu’nun başına geçerek Halep’in kuzeyine doğru çekilen Türk birliklerini toparladıen.wikipedia.org. Eylül 1918’de İngilizlerin taarruzuyla Osmanlı cephesi dağılsa da Mustafa Kemal kalan kuvvetlerle Halep’in kuzeyinde yeni bir savunma hattı kurmayı başardıen.wikipedia.org. Nitekim savaş tarihçileri, Mustafa Kemal’in I. Dünya Savaşı boyunca yenilmeyen tek Osmanlı generali olduğunu ifade etmişlerdiren.wikipedia.org. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti savaştan yenik olarak çekildi. Ateşkes koşulları son derece ağırdı ve İtilaf Devletleri Osmanlı topraklarını işgal etmeye başladı. Mustafa Kemal Paşa, Mondros Ateşkes Anlaşması’nın imzalandığı gün Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’na getirildien.wikipedia.org. Ancak kısa süre sonra bu grup komutanlığı lağvedildi. Artık savaş bitmiş, Osmanlı ordusu dağıtılmaya başlanmıştı. Mustafa Kemal, Kasım 1918’de İstanbul’a dönerek Harbiye Nezareti (Savunma Bakanlığı) emrinde geçici olarak görev aldıen.wikipedia.org. Bu sırada İtilaf donanmaları İstanbul’a demir atmış, ülke fiilen işgal sürecine girmiştien.wikipedia.org. Mustafa Kemal, İstanbul’da işgal kuvvetlerinin varlığını gördüğü anda yakın arkadaşlarına ünlü “Geldikleri gibi giderler” sözünü söyleyerek milletin bağımsızlığına olan inancını ortaya koydu. Ülkenin içinde bulunduğu bu karanlık tablo, Mustafa Kemal’in kafasında yeni bir mücadele fikrini kesinleştirdi: Milli Mücadele adıyla anılacak kurtuluş hareketi başlamak üzereydi.
Milli Mücadele’nin Başlaması (1919)
Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası Osmanlı coğrafyasında İtilaf Devletleri işgallere girişmiş, İstanbul’daki hükümet ise çaresiz bir teslimiyeti kabullenmişti. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’da bu gidişata seyirci kalmak yerine Anadolu’ya geçerek bağımsızlık hareketini örgütleme kararı aldı. Bu amaçla uygun bir fırsat kollayan Mustafa Kemal, sonunda 9. Ordu Müfettişi unvanıyla resmi bir görev alarak Anadolu’ya gitmeyi başardı. 19 Mayıs 1919 sabahı Mustafa Kemal, Bandırma Vapuru ile Samsun’a ayak bastıktb.gov.tr. Bu tarih, Türk milli mücadelesinin fiilen başladığı gün olarak kabul edilir ve sonradan Atatürk tarafından Gençlik ve Spor Bayramı ilan edilmiştir.
Mustafa Kemal, Samsun’da kısa bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra Havza’ya geçerek silahlı direniş fikrini yaymaya başladı. 22 Haziran 1919’da yayınladığı Amasya Genelgesi ile halkı göreve çağırdı; bu genelgede yer alan “Milletin istiklâlini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” ifadesi Milli Mücadele’nin parolası olduktb.gov.tr. Osmanlı halkına, vatanın parçalanmasını önlemek için birlikte hareket etme çağrısı yapıldı. Mustafa Kemal Paşa, İstanbul hükümetinin baskısıyla görevinden alınma riskine rağmen geri adım atmayarak Anadolu’daki sivil ve askerî yetkililerle iletişim kurdu.
Temmuz 1919’da, doğu illerinin temsilcileriyle Erzurum Kongresi’ni topladı (23 Temmuz – 7 Ağustos 1919)ktb.gov.tr. Erzurum Kongresi’nde vatanın asla parçalanamayacağı, manda ve himayenin kabul edilemez olduğu kararlaştırıldı; Milli Mücadele’nin ilk esasları belirlendi. Ardından Eylül 1919’da ülke genelinden delegelerin katılımıyla Sivas Kongresi gerçekleştirildi (4 – 11 Eylül 1919)ktb.gov.tr. Sivas Kongresi’nde bütün milli cemiyetler “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adı altında birleştirilerek Milli Mücadele’nin tek çatı altında örgütlenmesi sağlandı. Mustafa Kemal, kongrede Heyet-i Temsiliye başkanlığına seçilerek milli hareketin lideri konumunu pekiştirdi.
Bu süreçte İstanbul’daki Osmanlı yönetimi, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını asi ilan etse de Anadolu’daki halk desteği giderek büyüyordu. Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye üyeleri, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya ulaştıklarında halk tarafından büyük coşku ile karşılandılarktb.gov.tr. Ankara, Milli Mücadele’nin merkezi haline gelmişti. Nihayet Osmanlı Mebusan Meclisi’nin İtilaf kuvvetlerince dağıtılmasından sonra, 23 Nisan 1920’de Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) açıldıktb.gov.tr. Milletin temsilcilerinden oluşan bu meclis, Milli Mücadele’yi sevk ve idare etmek üzere hemen çalışmalarına başladı. Mustafa Kemal Paşa, TBMM tarafından hem Meclis Başkanı hem de hükümet başkanı seçildiktb.gov.tr. Ankara’da kurulan bu yeni milli hükümet, İstanbul’daki Osmanlı hükümetine karşı alternatif otorite olarak hızla kararlar alıp uygulamaya koydu. Milli Mücadele artık bir düzenli ordu ve meclis iradesi ile yürütülecekti.
Kurtuluş Savaşı (1920–1923)
Milli Mücadele’nin askeri safhası, Kurtuluş Savaşı olarak adlandırılır ve birden fazla cephede yürütülmüştür. İlk olarak doğu cephesinde, işgal altındaki Kars ve çevresini kurtarmak için harekete geçildi. Kazım Karabekir Paşa komutasındaki TBMM kuvvetleri, Eylül 1920’de Sarıkamış ve Kars’ı Ermeni işgalinden temizledi; Kasım 1920’de Gümrü’nün alınmasıyla Ermenistan ile Gümrü Antlaşması imzalandı ve doğu sınırı güvence altına alındıktb.gov.tr. Aynı dönemde güney cephesinde, Adana ve çevresini işgal eden Fransızlarla çarpışan yerel Kuvayı Milliye birlikleri ve halk direnişi önemli başarılar kazandı. Özellikle Antep, Maraş ve Urfa’daki kahraman savunmalar sonucunda Fransızlar geri çekilmeye zorlandı; sonunda Ankara Hükümeti’yle yapılan anlaşma neticesinde Fransa işgal ettiği topraklardan çekilmeyi kabul etti (1921)ktb.gov.tr. Bu şehirlerin halkı gösterdikleri kahramanlık nedeniyle TBMM tarafından “Gazi”, “Kahraman” ve “Şanlı” unvanlarıyla onurlandırılmıştırktb.gov.tr.
Kurtuluş Savaşı’nın kaderini asıl belirleyen mücadele batı cephesinde Yunan işgaline karşı verilmiştir. İzmir’in 15 Mayıs 1919’da Yunanlar tarafından işgali, Milli Mücadele’nin fitilini ateşleyen olay olmuştuktb.gov.tr. 1920 boyunca Batı Anadolu’da Kuvâ-yi Milliye adı verilen milis güçleri düşmana direnç gösterse de, düzenli bir ordu ihtiyacı kaçınılmaz hale geldi. TBMM, Ali Fuat (Cebesoy) Paşa ve İsmet (İnönü) Bey gibi komutanların katkısıyla batıda düzenli ordu birlikleri kurdu. Ocak 1921’de bu düzenli birlikler ile Yunan ordusu arasında gerçekleşen I. İnönü Muharebesi Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandıktb.gov.tr. Ardından Mart 1921’de Yunanlar tekrar saldırdı ancak II. İnönü Muharebesi’nde de yenilgiye uğratıldılarktb.gov.tr. Bu ardışık başarılar, TBMM hükümetinin hem içeride hem dışarıda itibar kazanmasını sağladı. İtilaf Devletleri, Sevr Antlaşması’nı zorla kabul ettirebileceklerine dair inançlarını kaybetmeye başladılar. TBMM ise bu zaferlerden sonra Ankara’da 1921 Anayasası’nı (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) kabul ederek yeni devletin temellerini attı.
Ne var ki Yunan ordusu Haziran-Temmuz 1921’de büyük bir taarruz başlatarak Eskişehir ve Kütahya’yı ele geçirdi; Türk ordusu stratejik nedenlerle geri çekilmek zorunda kaldı. Mustafa Kemal Paşa, ordunun Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilerek savunma yapmasına karar verdi. TBMM, 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal’e Başkomutanlık yetkisi vererek tam yetkili olarak ordunun başına geçmesini istedi. Mustafa Kemal Paşa, ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için Tekâlif-i Milliye (Ulusal Yükümlülükler) emirleriyle halktan lojistik destek toplanmasını sağladı. Ardından 23 Ağustos – 13 Eylül 1921 tarihleri arasında tarihe Sakarya Meydan Muharebesi olarak geçen, 22 gün 22 gece süren savunma savaşını bizzat yönetti. “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır; o satıh bütün vatandır” sözüyle savunma stratejisini belirleyen Mustafa Kemal, Sakarya boyunda düşmanın ilerleyişini durdurdu ve karşı taarruza geçerek Yunanları geri püskürttü. Sakarya Zaferi, Kurtuluş Savaşı’nda bir dönüm noktası olduktb.gov.tr. TBMM, bu büyük zaferin şerefine 19 Eylül 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya Mareşal rütbesi ile Gazi unvanını tevcih ettiktb.gov.tr. Böylece Mustafa Kemal, Osmanlı tarihinde Fatih Sultan Mehmet’ten sonra mareşal rütbesini alan ilk kişi oldu.
Sakarya zaferi sonrasında, işgalci güçleri tamamen yurttan atmak için hazırlıklara girişildi. Yaklaşık bir yıl süren hazırlık döneminin ardından Türk ordusu, 26 Ağustos 1922 sabahı Başkomutan Mustafa Kemal’in emriyle Büyük Taarruz’u başlattıktb.gov.tr. 30 Ağustos 1922’de Dumlupınar’da Yunan ordusunun ana kuvvetleri imha edildi; bu zafer “Başkomutan Meydan Muharebesi” olarak da bilinirktb.gov.tr. Gazi Mustafa Kemal Paşa, Dumlupınar’da kazanılan kesin zafer sonrası ünlü emrini verdi: “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” Bu emirle hızla ilerleyen Türk birlikleri, 9 Eylül 1922’de İzmir’e girerek şehri düşman işgalinden kurtardı. Böylece üç yılı aşkın bir süredir devam eden kanlı mücadele, Türk ordusunun kesin zaferiyle noktalandı. Yunan işgal kuvvetlerinin Anadolu’yu tamamen terk etmesi sağlandı. İtilaf Devletleri ateşkes talebinde bulunarak 11 Ekim 1922’de Mudanya Mütarekesi’ni imzaladılar. Bu ateşkes anlaşmasıyla Türkiye topraklarındaki yabancı güçlerin çekilmesi ve barış görüşmelerinin başlaması kararlaştırıldı.
Kurtuluş Savaşı askeri bakımdan zaferle sonuçlanınca, sıra yeni Türk devletinin uluslararası alanda tanınmasına geldi. İtilaf Devletleri ile TBMM hükümeti arasında İsviçre’nin Lozan şehrinde yapılan barış görüşmeleri, 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla tamamlandıktb.gov.tr. Lozan Antlaşması, Sevr Antlaşması’nı geçersiz kılarak Türkiye’nin bağımsız ve milli bir devlet olarak varlığını tüm dünyaya kabul ettirdiktb.gov.tr. Misak-ı Milli (Ulusal And) hedefleri büyük ölçüde gerçekleşmiş, yeni Türk devletinin sınırları ve egemenlik hakları uluslararası hukukta tescillenmişti. Türk milletinin var olma mücadelesi başarıyla sonuçlanmış, Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilirken onun küllerinden milli egemenliğe dayalı yeni bir devlet doğmuştu.
Cumhuriyetin İlanı ve Türkiye’nin Kuruluşu (1923)
Kurtuluş Savaşı kazanılıp Lozan’da barış sağlandıktan sonra, Mustafa Kemal Paşa ve mücadele arkadaşları gözlerini siyasi alandaki inkılaplara çevirdiler. Henüz Lozan görüşmeleri sürerken TBMM, 1 Kasım 1922 tarihinde Osmanlı saltanatını kaldırarak 623 yıllık monarşi düzenine resmen son verdiktb.gov.tr. Son Osmanlı Sultanı VI. Mehmed Vahdettin ülkeyi terk etti; böylece ülkenin yönetimi fiilen ve hukuken milli iradeye geçmiş oldu. Lozan Antlaşması’nın onaylanmasının ardından, 13 Ekim 1923’te Ankara şehri yeni devletin başkenti ilan edildiktb.gov.tr. Artık sırada devletin rejimini resmileştirmek kalmıştı.
29 Ekim 1923 günü, TBMM Türkiye devletinin yönetim biçiminin Cumhuriyet olduğunu ilan etti. Aynı oturumda yapılan seçimde Mustafa Kemal, oybirliğiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildiktb.gov.tr. Böylece tarih sahnesine bir imparatorluğun küllerinden doğan genç bir cumhuriyet çıkmış oldu. İlk hükümeti kurma görevi İsmet İnönü’ye verildi; 30 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilk hükümeti resmen göreve başladıktb.gov.tr. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi temelinde milli egemenliği esas alıyor ve “Yurtta barış, cihanda barış” söylemiyle barışçı bir dış politika gütme idealiyle yola çıkıyorduktb.gov.tr. Genç cumhuriyet, uzun yıllar savaşların yıprattığı bir toplumun çağdaş bir ulus-devlete dönüşebilmesi için kapsamlı inkılapların yapılmasına ihtiyaç duyuyordu.
Cumhurbaşkanı Atatürk (Mustafa Kemal artık soyadı kanunu sonrası bu isimle anılacaktır) liderliğinde yeni hükümet, 1924’ten itibaren çeşitli alanlarda köklü reformlara girişti. Bu arada Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanlığı görevini vefatına dek aralıksız sürdürecektir. 1923 Anayasası gereği her dört yılda bir yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 1927, 1931 ve 1935 yıllarında yeniden seçilerek toplam dört dönem cumhurbaşkanı olduktb.gov.tr. Ayrıca ilk TBMM başkanlığı görevini de üstlenmiş olan Atatürk, ülkenin yönetimini güçlü bir liderlik ile sevk ve idare etti. Cumhurbaşkanı sıfatıyla sık sık yurt gezilerine çıkarak ülkenin çeşitli yerlerinde incelemeler yaptı, devlet çalışmalarını yerinde denetledi, ihtiyaçlara göre yetkililere talimatlar verdiktb.gov.tr. Ankara Hükümeti’ni ve yeni devleti ziyaret eden yabancı devlet adamlarını, elçileri ağırlayarak Türkiye’nin dünyadaki yeni imajını güçlendirdiktb.gov.tr.
Bu dönemde, 15–20 Ekim 1927 tarihlerinde Atatürk, Cumhuriyet Halk Fırkası kongresinde ünlü Büyük Nutuk’unu (Söylev) okudu. Yaklaşık 36 saat süren bu konuşmada Kurtuluş Savaşı’nın ve Cumhuriyet’in kuruluşunun ayrıntılı tarihçesini anlatarak mücadele arkadaşlarına ve Türk gençliğine hitap etti. Nutuk, “Ey Türk Gençliği!” diye başlayan veciz hitabıyla genç nesillere cumhuriyeti koruma görevini vasiyet ediyordu. Yine Atatürk, Cumhuriyet’in 10. yılı kutlamalarında, 29 Ekim 1933’te 10. Yıl Nutku’nu okuyarak geçen on yılda yapılanları özetledi ve “Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir” gibi sözlerle milli karaktere vurgu yaptıktb.gov.tr.
Atatürk Dönemindeki İnkılaplar (Devrimler)
Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kısa sürede modern, laik ve müreffeh bir ülke haline getirmek için pek çok alanda devrim niteliğinde adımlar attı. O, ülkeyi “muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak” hedefiyle hareket ederek siyasal sistemden toplumsal yaşama, hukuktan eğitime kadar kapsamlı değişimler gerçekleştirdiktb.gov.tr. Atatürk öncülüğünde 1920’ler ve 1930’lar boyunca yapılan devrimleri ana başlıklar halinde şöyle özetleyebilirizktb.gov.tr:
Siyasal ve Yönetimsel Devrimler
- Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922): Osmanlı hanedanının egemenliğine son verilerek yönetim milletin temsilcilerine devredildiktb.gov.tr.
- Cumhuriyetin İlanı (29 Ekim 1923): Halk egemenliğine dayalı cumhuriyet rejimi resmen kuruldu ve devlet başkanlığına Atatürk seçildiktb.gov.tr.
- Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924): Osmanlı’dan kalan halifelik kurumu lağvedilerek devlet işlerinde dini otoriteye son verildiktb.gov.tr. Bu adımla laiklik yönünde önemli bir adım atıldı ve Osmanlı hanedanı mensupları yurt dışına çıkarıldı.
Toplumsal ve Kültürel Devrimler
- Kılık-Kıyafet Devrimi (25 Kasım 1925): Çağdaşlaşma amacıyla şapka Kanunu çıkarılıp fes kullanımı kaldırıldı, kıyafetlerde Batı tarzı benimsendiktb.gov.tr. Devlet memurlarına ve halka şapka giyilmesi tavsiye edildi.
- Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925): Toplumsal hayatı etkileyen tarikat merkezleri ve şeyhlik makamları kapatılarak dinin devlet ve siyaset işlerinden tamamen ayrılması sağlandıktb.gov.tr.
- Kadın Haklarının Tanınması: Atatürk döneminde kadınların toplumsal statüsü yükseltildi. 1926’da Medeni Kanun ile tek eşlilik ve kadın-erkek eşitliği hukuken tesis edildi; kadınlara boşanma ve miras konularında eşit haklar tanındı. Ardından politik haklar geldi: 1930’da belediye seçimlerinde, 1933’te muhtarlık seçimlerinde, 1934’te ise milletvekili genel seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındıktb.gov.tr. Böylece Türk kadını birçok Avrupa ülkesinden önce siyasi haklarına kavuştu.
- Soyadı Kanunu (21 Haziran 1934): Her Türk ailesinin bir soyadı alması zorunlu kılındıktb.gov.tr. Aynı kanunla ağa, hacı, hoca, bey, paşa gibi unvanlar kaldırıldıktb.gov.tr. Bu kanun uyarınca TBMM, Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadını verdi (24 Kasım 1934)ktb.gov.tr. “Türk’ün atası” anlamındaki bu soyadı kanunla sadece kendisine tahsis edildi.
- Takvim, Saat ve Ölçülerde Değişim: Uluslararası takvim (Miladi takvim) ve saat sistemi 1925’te kabul edildi. Ay ve güneş esaslı karışık eski takvim yerine tüm dünyanın kullandığı Gregoryen takvime geçildi. Aynı zamanda 1928’de ölçü birimleri değiştirildi; okka, arşın gibi eski birimler bırakılarak kilogram, metre gibi uluslararası ölçü birimleri kullanılmaya başlandıktb.gov.tr. Haftalık tatil günü cumadan pazara alındı (1935). Bu adımlar günlük hayatı çağdaş normlara uydurdu.
Hukuk Devrimi
- Medeni Kanun ve Laik Hukuk Sistemi (1924–1930): 1924’te Şeriye Mahkemeleri kaldırılarak hukuk birliği sağlandı. Ardından 1926’da İsviçre Medeni Kanunu örnek alınarak hazırlanan Türk Medeni Kanunu kabul edildiktb.gov.tr. Bu kanunla evlilik, boşanma, miras gibi konularda modern ve seküler hükümler benimsendi; kadın-erkek eşitliği hukuken sağlandı. Ceza Kanunu, Ticaret Kanunu gibi temel yasalar da Avrupa ülkelerinden uyarlanarak yürürlüğe kondu. Böylelikle laik hukuk düzenine geçiş tamamlandıktb.gov.tr.
- Mecelle’nin Kaldırılması (1924–1927): Osmanlı’dan kalan İslami esaslara dayalı Mecelle yürürlükten kaldırıldı ve yerine laik kanunlar ikame edildiktb.gov.tr. Mahkemelerde tek bir hukuk düzeni uygulanmaya başlandı.
Eğitim ve Kültür Devrimleri
- Öğretimin Birleştirilmesi (Tevhid-i Tedrisat, 3 Mart 1924): Eğitimde ikilik yaratan medrese ve mektep ayrımına son verildi. Tüm okullar Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) çatısı altında birleştirildiktb.gov.tr. Medreseler kapatıldı, çağdaş eğitim kurumları ülkenin her yanına yaygınlaştırıldı. Bu sayede nesillerin bilimsel ve laik eğitim alması sağlandı.
- Yeni Türk Harflerinin Kabulü (1 Kasım 1928): Yüzyıllardır kullanılan Arap alfabesi terk edilerek Latin alfabesine dayalı yeni Türk alfabesi kabul edildiktb.gov.tr. Atatürk, bizzat “Millet Mektepleri Başöğretmeni” unvanıyla yurdu dolaşıp yeni harfleri tanıttı. Halkın okur-yazarlık oranını hızla artıran bu devrim, kültürel gelişmeyi hızlandırdı.
- Türk Dil ve Tarih Kurumlarının Kurulması: Atatürk, Türk tarihine ve diline büyük önem veriyordu. 1931 yılında Türk Tarih Kurumu, 1932 yılında ise Türk Dil Kurumu kurulduktb.gov.tr. Bu kurumlar Türk milletinin köklü tarihini araştırmak, Türk dilini yabancı etkilerden arındırmak ve zenginleştirmek için çalışmalar başlattılar. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi gibi kuramlar ortaya atılarak milli kimlik vurgulandı.
- Üniversite Reformu (31 Mayıs 1933): İstanbul Darülfünunu (eski üniversite) lağvedilip yerine modern İstanbul Üniversitesi kurulduktb.gov.tr. Bu reform kapsamında pek çok genç yurtdışına öğrenime gönderildi, Avrupa’dan bilim insanları getirilerek yeni fakülteler açıldı. Eğitim programları çağdaş bilimsel esaslara göre yenilendi.
- Güzel Sanatlarda Yenilikler: Atatürk, kültür ve sanatın gelişmesini de destekledi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında konservatuvarlar, opera ve tiyatro kurumları kurulduktb.gov.tr. Resim, heykel gibi güzel sanatlar teşvik edildi. Bizzat Musiki Muallim Mektebi (Müzik Öğretmen Okulu) kurulmasına öncülük ederek klasik Batı müziği eğitiminin yolunu açtı. Ayrıca Halkevleri aracılığıyla halkın kültürel gelişimi desteklendi.
Ekonomi ve Bayındırlık Devrimleri
- Aşar Vergisinin Kaldırılması: Köylünün belini büken ürün üzerinden alınan aşar vergisi 1925’te kaldırıldıktb.gov.tr. Bu sayede çiftçinin ekonomik yükü hafifletilerek tarımsal üretimde rahatlama sağlandı.
- Çiftçiyi Özendirme Politikaları: Topraksız köylüye toprak dağıtılması, Tarım Kredi Kooperatifleri’nin kurulması gibi adımlarla üreticinin desteklenmesine çalışıldıktb.gov.tr. Atatürk, “Köylü milletin efendisidir” sözüyle tarıma verdiği önemi vurgulamıştır.
- Sanayileşme Hamleleri: 1927’de Teşvik-i Sanayi Kanunu çıkarılarak özel sektörün sanayi yatırımları teşvik edildiktb.gov.tr. 1930’larda devletçilik ilkesi doğrultusunda bizzat devlet eliyle sanayi tesisleri kurulmaya başlandı. I. Beş Yıllık Sanayi Planı (1933–1937) uygulanarak Sümerbank ve Etibank gibi kuruluşlar aracılığıyla tekstil, maden, kâğıt, kimya fabrikaları açıldıktb.gov.tr.
- Bayındırlık ve Altyapı: Yeni kurulan devlet, yollar, demiryolları inşasına büyük önem verdi. Özellikle demiryolu seferberliğiyle Anadolu’nun dört bir yanına hatlar döşendi. 1927’de başlayan demiryolu hamlesi ile binlerce kilometre hat inşa edilerek iç bölgeler limanlara bağlandı. Karayolları da geliştirildi, köprüler, sulama kanalları yapıldıktb.gov.tr. Bu altyapı yatırımları, ekonomik canlanmayı ve ülke bütünleşmesini sağladı.
Bu devrimler sayesinde Türkiye, kısa sürede çağdışı kurum ve uygulamalardan kurtularak laik, ulusal ve ilerici bir devlet haline geldi. Atatürk’ün önderlik ettiği bu değişimler, Türk İnkılabı olarak anılır ve dünya tarihinde barışçı bir modernleşme örneği olarak takdir edilir.
Dış Politika (1923–1938)
Atatürk, dış politikada “Yurtta sulh, cihanda sulh” (Yurtta barış, dünyada barış) ilkesini rehber edinmiştirktb.gov.tr. Türkiye’nin çıkarlarını korurken başka milletlerin hakkına saygı gösteren, anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözmeye çalışan bir diplomasi izlemiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında Lozan Antlaşması’nın uygulanması ve Misak-ı Milli sınırlarının kesinleştirilmesi öncelikli konulardı. Lozan’da çözüme bağlanamayan Musul meselesi, Atatürk döneminin ilk önemli dış politika sınavı oldu. İngiltere ile uzun müzakereler yapıldı; sıcak çatışmadan kaçınan Türkiye, 1926’da yapılan Ankara Antlaşması ile Musul’un İngiliz mandası Irak’a bırakılmasını kabul etti. Bu anlaşmayla Türkiye, Misak-ı Milli dışında kalan sınırını güneyde belirlemiş oldu.
1920’lerin ikinci yarısından itibaren Atatürk, komşularıyla dostluk paktları kurmaya yöneldi. 1925’te Sovyetler Birliği ile Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması imzalanarak doğu sınırında güven sağlandı. 1930 yılında Yunanistan Başbakanı Venizelos’un Türkiye’yi ziyaretiyle Türk-Yunan ilişkilerinde tarihi bir yakınlaşma gerçekleşti. Bir zamanlar savaştığımız Yunanistan ile dostluk antlaşması imzalandı, karşılıklı nüfus mübadelesi gibi sorunlar Lozan çerçevesinde çözüldü. Hatta Venizelos, 1934’te Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstererek ona duyduğu saygıyı ifade etti.
Avrupa’da İtalya ve Almanya’da ortaya çıkan faşizm tehdidine karşı, Türkiye bölgesel ittifaklara öncülük etti. Balkan Antantı (Paktı), Atatürk’ün girişimleriyle 1934 yılında Türkiye, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya arasında imzalandıen.wikipedia.org. Bu pakt ile Balkan ülkeleri birbirlerinin sınırlarına saygı ve ortak savunma sözü verdiler. Atatürk böylece batı sınırında güvenliği pekiştirdi ve olası bir Bulgar ya da İtalyan tehdidine karşı caydırıcı bir birlik oluşturduen.wikipedia.org. Benzer şekilde doğu sınırında da 8 Temmuz 1937’de Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında Sadabat Paktı imzalandı. Bu pakt ile doğu komşularıyla dostluk ve saldırmazlık taahhüdü altına girildi. Bu sayede Türkiye, hem doğuda hem batıda barışçı ve sağlam ilişkiler kurmuş, II. Dünya Savaşı öncesi giderek gerginleşen uluslararası ortamda kendini güvenceye almış oldu.
Atatürk döneminde Türkiye’nin uluslararası statüsü de yükseldi. 1932 yılında Milletler Cemiyeti’ne (Birleşmiş Milletler’in ilk hali) üye olarak kabul edildi. Böylece I. Dünya Savaşı sonrası oluşan dünya sistemine saygın bir devlet olarak dahil oldu. 1936’da ise Lozan’dan kalan Boğazlar meselesi, Türkiye lehine sonuçlandı. Montreux Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936) ile Çanakkale ve İstanbul Boğazları’nın kontrolü ve tahkim hakkı tamamen Türkiye’ye iade edildi. Yabancı gemilerin geçişine dair egemenlik haklarımız tanınarak Boğazlar üzerindeki kısıtlamalar kaldırıldıen.wikipedia.org. Bu, Atatürk’ün kararlı diplomatik çabaları sayesinde kazanılan önemli bir başarıydı.
Atatürk’ün son yıllarında uğraştığı önemli dış meselelerden biri Hatay (İskenderun Sancağı) sorunu idi. Fransa’nın mandası altındaki Suriye’ye bağlı Hatay bölgesinde Türk nüfusun haklarını savunan Atatürk, 1936’dan itibaren konuyu Milletler Cemiyeti’ne taşıdıen.wikipedia.org. Yoğun diplomasi sonucunda bölge için bağımsız bir yönetim kararı alındı. 1938’de Hatay, bağımsız Hatay Devleti olarak kurulup kendi bayrağını belirledien.wikipedia.org. Atatürk bu gelişmeyi büyük bir sevinçle karşıladı ve “Hatay benim şahsi meselemdir” diyerek konunun kendi için önemini vurguladı. Ne var ki Hatay’ın anavatana katıldığını görmeye ömrü vefa etmedi; Hatay 1939’da Türkiye’ye resmen bağlandı.
Genel olarak Atatürk, dış politikada emperyalist emellerden uzak durarak bölgesel barışı önceleyen, tam bağımsızlık ilkesine dayalı bir çizgi izledi. Osmanlı borçları, yabancı kapitülasyonlar gibi geçmişin yüklerini temizledi. Yeni Türkiye’nin saygın, güvenilir ve barışsever bir ülke olarak uluslararası toplumda yer edinmesini sağladı. Onun “yurtta barış, dünyada barış” ilkesi, hem döneminde hem de sonraki kuşaklarca Türk dış politikasının temel düsturlarından biri olmuşturktb.gov.tr.
Atatürk’ün Fikir Dünyası ve İlkeleri
Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce dünyası, Osmanlı’nın çöküş deneyiminden ve çağdaşı olduğu aydınlanma fikirlerinden derin izler taşır. O, akıl ve bilimi rehber alan bir liderdi. Ünlü ifadesiyle “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek hayat boyunca en gerçek yol göstericinin bilim ve fen olduğunu vurgulamıştır. Cehaleti ve bağnazlığı en büyük düşman olarak görmüş, Türk milletinin çağdaş uygarlık seviyesine ancak eğitimle, ilim ve fenle ulaşacağını savunmuştur. Atatürk’ün fikir yapısını anlamak için onun temel ilkelerine bakmak gerekir. Cumhuriyet döneminde Atatürk İlkeleri adı altında sistemleştirilen bu esaslar, bazen Altı Ok olarak da sembolize edilir. Bu ilkeler şunlardır:
- Cumhuriyetçilik: Ulus egemenliğine dayanan bir yönetim biçimini ifade eder. Atatürk’e göre en ideal yönetim halkın kendi kendini yönettiği cumhuriyet idi. Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilanı, bu ilkenin eseridir. Halkın yönetime katılımı ve milli iradenin üstünlüğü, Cumhuriyetçilik ilkesinin özüdür.
- Milliyetçilik: Atatürk milliyetçiliği, ırk veya din temelli değil, vatandaşlık ve ortak tarih bilincine dayanan bir ulus anlayışıdır. Osmanlı’da yaşayan herkesin “Türk milleti” kimliği altında birleştirilmesini hedefler. “Ne mutlu Türküm diyene!” sözü, bu bütünleştirici ve gurur verici milli kimlik anlayışını yansıtır. Atatürk’ün milliyetçiliği barışçıldır; başka milletlere kin gütmez, kendi milletinin bağımsızlığını ve çıkarlarını korumayı esas alır.
- Halkçılık: Toplumda sınıf ayrıcalıklarını reddeden, halkın eşitliği ve refahını amaçlayan ilkedir. Atatürk, halkçılık anlayışıyla devlet yönetiminde her kesimin eşit temsilini ve kanun önünde eşitliği sağlamaya çalıştı. “Halkın kendi kendini yönetmesi” prensibi, halkçılığın özünü oluşturur. Bu ilke doğrultusunda imtiyazlı zümreler kaldırılmış; halkın eğitim, sağlık, ekonomi gibi alanlarda kalkınması devlet politikası olmuştur.
- Laiklik: Atatürk’ün belki de en önemsediği ilke laiklikti. Laiklik, din ve devlet işlerinin ayrılması, inanç özgürlüğünün güvence altına alınması demektir. Atatürk, “Din bir vicdan meselesidir” diyerek dini, devlet ve toplum düzenleyici olmaktan çıkarıp kişinin özel alanına döndürmüştür. Şeriat hükümlerinin yerine çağdaş yasalar getirerek, eğitim ve hukuk sistemini dinden arındırarak Türkiye’nin sekülerleşmesini sağladı. Bu sayede farklı inançlara eşit mesafede, modern bir toplum yapısı kuruldu. Laiklik aynı zamanda akılcılığı esas almanın bir sonucuydu; bilimsel düşüncenin önündeki engeller kaldırıldı.
- Devletçilik: Türkiye’nin o dönemki ekonomik koşullarında şekillenen bu ilke, karma ekonomik modeli ifade eder. Atatürk’ün devletçilik anlayışı, özel teşebbüsü reddetmez ancak stratejik sektörlerde devletin öncülüğünde kalkınmayı öngörür. Özellikle 1930’lardaki dünya ekonomik buhranı sırasında, Türkiye’de sanayileşmenin devlet eliyle planlanması (I. ve II. Kalkınma Planları) devletçilik ilkesinin bir uygulamasıdırktb.gov.tr. Amaç, ekonomik bağımsızlığı sağlamak ve halkın temel ihtiyaçlarını devletin de katkısıyla gidermekti. Demiryolu inşası, fabrika kurulması gibi hamleler devletçilik politikalarıyla yürütüldü.
- Devrimcilik (İnkılapçılık): Mevcut kurumları çağın gereklerine uydurmak, toplum yapısını sürekli ileriye taşımak anlamına gelir. Atatürk devrimciliği, yapılan inkılapların korunması ve yeniliklere açık olunması demektir. Atatürk, eskiyen, toplumun ilerlemesini tıkayan her şeyi değiştirmekten çekinmedi. Bu ilke, Cumhuriyet’in sürekli kendini yenileyebilen dinamik bir yapıda olmasını sağlar. Atatürk’ün “Büyük nutuk”un sonunda Türk gençliğine emanet ettiği en önemli görevlerden biri de devrimleri korumak ve geliştirmektir.
Atatürk’ün fikir dünyasında ayrıca tam bağımsızlık vazgeçilmez bir hedef olarak yer alır. Siyasi, askeri, ekonomik, kültürel her alanda bağımsızlığı savunmuştur. “Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir” sözü, onun bu konudaki tavizsiz tutumunu özetler. Atatürk, başka milletlerin egemenliği altına girmemek için milli onuru her şeyin üstünde tutmuştur.
Bilime ve akla verdiği önem doğrultusunda eğitim seferberliği başlatmış; okuma yazma oranını yükseltmek, teknik ve fen eğitimi yaygınlaştırmak için ömrü boyunca çalışmıştır. Çağdaşlaşma ve Batılılaşma kavramları da onun düşüncesinde önemli yer tutar. Ancak bu, milli değerleri yok sayan bir taklitçilik değil, çağdaş uygarlığın ilke ve değerlerini özümseyerek milli bir sentez yaratma çabasıdır. Örneğin, Latin harflerinin kabulü veya kılık kıyafet devrimi, Türk toplumunu dünya ile entegrasyona yaklaştıran adımlar olarak görülmüştür.
Atatürk ayrıca, gençliğe ve eğitime büyük yatırım yapılması gerektiğine inanıyordu. Cumhuriyeti genç kuşaklara emanet ederken, onların kendisinden daha başarılı olmasını temenni etti. Spora, beden eğitimine önem verip “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” diyerek gençliğin zinde yetişmesini istedi.
Özetle, Atatürk’ün fikir sistemi akılcılık, laiklik, milli egemenlik, bağımsızlık ve uygarlık hedefleri üzerine kuruludur. Bu düşünce yapısı, Atatürkçülük veya Kemalizm olarak anılmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ideolojisi haline gelmiştir. Bu ideoloji, Türkiye’yi ortaçağ karanlığından çıkartıp modern dünyaya taşıyan rehber olmuştur. Günümüzde de Atatürk’ün fikirleri ve ilkeleri, Türkiye’nin yolunu aydınlatmaya devam etmektedir.
Özel Hayatı ve Kişisel Özellikleri
Mustafa Kemal Atatürk, resmi görevlerinin dışında özel yaşamında da sade ve mütevazi tavırlarıyla biliniyorduktb.gov.tr. 29 Ocak 1923’te İzmir’de Latife Hanım’la evlendiktb.gov.tr. Eşi Latife Hanım, eğitimli ve güçlü bir karaktere sahipti; Atatürk’ün yurt gezilerinde ona eşlik ederek Türk kadını için modern bir rol model oldu. Ancak bu evlilik uzun sürmedi ve 5 Ağustos 1925 tarihinde karşılıklı kararla sona erdiktb.gov.tr. Latife Hanım’dan sonra Atatürk bir daha evlenmedi. Özel hayatında en yakın arkadaşlarından biri olarak bilinen Fikriye Hanım, Atatürk’ün manevi dünyasında iz bırakmış bir isimdi; ne yazık ki Fikriye Hanım 1924’te genç yaşta trajik bir şekilde hayatını kaybetti.
Atatürk’ün çocuğu olmadı, fakat manevi evlatlar edinerek birçok çocuğun bakım ve eğitim sorumluluğunu üstlendi. Aralarında Sabiha Gökçen, Afet İnan, Fikriye (küçük Fikriye, manevi kızı), Ülkü Adatepe, Nebile, Rukiye, Zehra gibi kız çocukları vardıktb.gov.tr. Ayrıca manevi oğlu olarak gördüğü Abdürrahim ve İhsan adlarında iki erkek çocuğa da himaye sağladıktb.gov.tr. Bu evlatlarına en iyi eğitimi aldırdı, onlara ileriki hayatlarında destek oldu. Özellikle Sabiha Gökçen’i pilotaj eğitimi alması için yönlendirdi ve Sabiha Hanım dünya tarihinin ilk kadın savaş pilotu olarak ün kazandı. Atatürk, çocukları ve gençleri çok sever; resmi toplantılar arasında dahi yanına çocukları alarak onlarla sohbet eder, geleceğe dair umut aşılardı.
1934 yılında Soyadı Kanunu çıkınca, TBMM Mustafa Kemal’e “Atatürk” soyadını verdiktb.gov.tr. Bu soyadı “Türklerin Atası” anlamına gelir ve kanunla kendisinden başka kimsenin kullanamayacağı şekilde koruma altına alınmıştır. Yakın çevresi ve halk, kendisine “Atatürk” diye hitap etmeye bu tarihten sonra başladı.
Atatürk’ün günlük yaşam alışkanlıkları ve zevkleri de dikkat çekiciydi. Son derece kitap okumayı seven biriydi; geniş bir kişisel kütüphanesi vardıktb.gov.tr. Tarih, dil, felsefe, siyaset gibi alanlarda binlerce kitabı okuduğu bilinir. Geceleri sofralarında devlet adamları, bilim insanları, sanatçılar ağırlayarak ülkenin meselelerini tartışmak en büyük keyiflerindendiktb.gov.tr. Bu sofralar, “Atatürk’ün sofrası” olarak anılır ve adeta bir akademi gibi işlev görürdü. Atatürk aynı zamanda musikiye düşkündü; Türk sanat musikisini ve Rumeli türkülerini özellikle severdiktb.gov.tr. Ankara’da düzenli olarak halk oyunları ve türkü geceleri tertipler, misafirlerine Zeybek oyununu izletir, hatta zaman zaman zeybek oyunu oynarken görülürdüktb.gov.tr. Modern batı müziğini de sever, özellikle klasik müzik konserlerini desteklerdi.
Spor ve fiziksel aktivite Atatürk’ün yaşamının bir parçasıydı. Ata binmek ve yüzmek en sevdiği sporlardandıktb.gov.tr. Ankara’da sık sık Atatürk Orman Çiftliği’ne gider, orada bizzat çiftlik işlerine katılarak toprakla uğraşmanın keyfini çıkarırdıktb.gov.tr. Atıcılık, binicilik gibi askerlikten gelen hünerlerini de sürdürmüştür. Ayrıca güreş izlemeyi, binicilik yarışlarını takip etmeyi severdiktb.gov.tr. Zihnini dinlendirmek için evde dostlarıyla tavla ve bilardo oynamaktan büyük keyif alırdıktb.gov.tr. Bu oyunlarda da son derece usta olduğu anlatılır.
Atatürk’ün hayvan sevgisi de özel yaşamının önemli yönlerindendi. En bilinen evcil hayvanı, hediye edilen Fox adındaki köpeğiydi; Fox hep yanında gezerdi ve Atatürk ona çok değer verirdiktb.gov.tr. Yine Sakarya adını verdiği bir atı vardı ve bu atıyla Ankara çevresinde gezintilere çıkardıktb.gov.tr.
Giyim kuşam konusunda Atatürk son derece özenliydi. Temiz ve şık giyinmeye dikkat eder, her zaman ütülü ve düzgün kıyafetler içinde görünürdüktb.gov.tr. Özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında başlattığı giyim reformuna uygun şekilde fötr şapkası, takım elbisesi ile toplum içinde modern bir imaj çizerdi. Yakınları, onun eve geldiğinde dahi ceketini ilikleyecek kadar disiplinli ve tertipli olduğunu aktarır.
Atatürk disiplinli olduğu kadar, sıcakkanlı ve esprili bir insandı. Resmi toplantılarda ciddiyken, dost meclislerinde nüktedan kimliği ön plana çıkar, hazır cevaplılığıyla çevresindekileri güldürürdü. İleri görüşlü, gerektiğinde sert fakat adil bir liderdi. İnsanlarla iletişimde nazik olmayı önemser, herhangi birisine haksızlık yapıldığını görmeye tahammül edemezdi.
Dil konusuna merakı sadece Türk diliyle sınırlı değildi; Atatürk Fransızca ve biraz Almanca biliyorduktb.gov.tr. Özellikle Fransızcayı kitap okuyacak, sohbet edecek kadar iyi kullanırdı. Zaten gençliğinde Selanik’te başladığı Fransızca öğrenimini Manastır ve İstanbul’da geliştirmişti.
Özel hayatında belki de tek olumsuz alışkanlığı sigara ve rakı sevgisiydi. Yoğun çalışma temposunda ve gece sofralarında sık sigara içer, rakısını yudumlardı. Ne yazık ki ilerleyen yaşlarında bu alışkanlıklar Atatürk’ün sağlığını olumsuz etkiledi.
Ölümü ve Anısı
1937 yılına gelindiğinde Atatürk’ün sağlık durumu bozulmaya başladı. Aşırı çalışma temposu, yorgunluk ve belki de yaşam tarzının etkisiyle siroz hastalığına yakalandıktb.gov.tr. 1938 yılının başlarından itibaren doktorları dinlenmesini ve tedavi olmasını önerdiler. Atatürk, Hatay meselesiyle yakından ilgilendiği için hastalığını bir süre önemsemedi ve Mersin, Adana gibi seyahatlere çıktı. Ancak durumu giderek ağırlaştı. Yaz aylarında Savarona yatında dinlenmeye çalışsa da siroz ilerlemişti.
Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09.05’te İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı’nda hayata gözlerini yumduktb.gov.tr. Bu acı haber, yalnız Türkiye’yi değil tüm dünyayı sarstı. Ölüm haberi duyulduğunda tüm Türkiye’de büyük bir yas hâkim oldu. Milyonlarca insan evlerinin önüne Atatürk’ün fotoğraflarını astı, gözyaşlarıyla sokaklara döküldü.
Atatürk’ün naaşı, 16 Kasım 1938’de Dolmabahçe Sarayı’nda katafalka konularak halkın ziyaretine açıldı. Onbinlerce kişi İstanbul’da Ata’sına son görevini yapmak için saatlerce sıra bekledi. 19 Kasım 1938’de Yavuz zırhlısı ile İzmit’e, oradan trenle Ankara’ya uğurlandı. 21 Kasım 1938’de Ankara’da büyük bir cenaze töreni düzenlendiktb.gov.tr. Cenaze törenine yüz binlerce vatandaşın yanı sıra yabancı devlet temsilcileri de katıldı. Atatürk’ün naaşı, Anıtkabir inşa edilene dek geçici istirahatgâh olarak hazırlanan Ankara Etnografya Müzesi’nde toprağa verildiktb.gov.tr.
Anıtkabir’in inşası tamamlandıktan sonra, 10 Kasım 1953’te Atatürk’ün naaşı yine muazzam bir törenle ebedi istirahatgâhına taşındıktb.gov.tr. Ankara Rasattepe’de yükselen bu anıtmezar, her yıl milyonlarca kişinin ziyaret ettiği, Atatürk’ün hatırasını yaşatan kutsal bir mekândır.
Atatürk’ün ölümü uluslararası alanda da derin üzüntüyle karşılandı. Dönemin dünya liderleri ve basını onun için övgü dolu sözler söyledi. Time dergisi kapağını siyaha bürüyerek “Türkiye’nin Babası öldü” manşetiyle yayın yaptı. Yunanistan’da Venizelos, İran Şahı Rıza Pehlevi, Pakistan’dan Muhammed İkbal gibi isimler taziye mesajları gönderip Atatürk’ün dünya barışına katkılarını vurguladılar.
Mustafa Kemal Atatürk, ömrünü milletine vakfetmiş bir lider olarak aramızdan ayrıldı. 57 yıllık kısa yaşamına bir imparatorluğun çöküşünü, bir ulusun dirilişini ve yeni bir devletin kuruluşunu sığdırdı. Bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve bağımsızlığı, Atatürk’ün önderlik ettiği mücadele ve reformlar sayesindedir. Onun hatırası Türk milletinin gönlünde sonsuza dek yaşayacaktır. Her yıl 10 Kasım’da saat 09.05’te hayat Türkiye genelinde adeta durur; sirenlerin çaldığı o anda milyonlar saygı duruşunda bulunarak Atatürk’ü anarken gözyaşlarını tutamaz.
Atatürk’ün mirası yalnız Türk ulusunun değil, mazlum milletlerin ilham kaynağı olmuştur. Bağımsızlık mücadelesi veren pek çok lidere örnek teşkil etmiştir. Bugün Türkiye’de demokrasi, laiklik, ilerleme ve barış denildiğinde Atatürk’ün ilkeleri yol gösterici olmaya devam etmektedir. Onun “Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir; benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kâfidir” sözüne uygun olarak, düşünceleri her yeni nesilde yaşamaya devam eder.
Türk milleti, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü sonsuz minnet, şükran ve özlemle anmaktadır. Emanet ettiği Türkiye Cumhuriyeti, onun çizdiği yolda ilerleyerek ilelebet payidar kalacaktır. “En büyük eserim” dediği Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün sarsılmaz iradesi ve ileri görüşlülüğünün yaşayan abidesidir.
Kaynakça: Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatı ve çalışmaları hakkında bilgiler T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın resmi sitesindenktb.gov.trktb.gov.tr ve çeşitli güvenilir tarihsel kaynaklardan derlenmiştirktb.gov.trktb.gov.tr. Atatürk’ün kendi sözleri Nutuk (1927) ve Söylev ve Demeçleri gibi birincil kaynaklardan alınmış, ayrıca Türk İnkılâp Tarihi çalışmalarından ve Atatürk Araştırma Merkezi yayınlarından yararlanılmıştır. Bu kapsamlı biyografi, Atatürk’ün doğumundan vefatına kadar tüm dönemlerini sade bir dille aktarmayı amaçlamaktadır. Türkiyenin Kurtarıcısı ve modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk’ü anlamak, Türkiye’nin hangi şartlarda bugünlere geldiğini bilmektir. Bu nedenle, “Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez” sözünde olduğu gibi, Atatürk’ün hayat hikayesi her Türk gencinin okuması ve ders alması gereken bir destandır.
Bir yanıt yazın