, , ,

Cemâl Paşa

Ahmed Cemâl Paşa (1872–1922), Osmanlı Devleti’nin son döneminde hem asker hem devlet adamı olarak öne çıkan, “Üç Paşalar” (Enver, Talat ve Cemal) arasında yer alan önemli bir şahsiyettir.

Gençlik ve Eğitim Yılları

Ahmed Cemal Paşa 6 Mayıs 1872 tarihinde Midilli Adası’nda dünyaya gelmiştir. Babası Mehmet Necip Efendi, Osmanlı ordusunda askeri eczacı olarak Midilli’de görev yapmaktaydı; annesi ise Mehmet Necip Efendi’nin ikinci eşi Binnaz Hanım’dır. Aile, aslen İstanbul Üsküdar nüfusuna kayıtlıydı; nitekim Mehmet Necip Efendi oğlunun nüfus kaydını Midilli yerine Üsküdar Sancağı’na (Zühtü Paşa Mahallesi, Hasırcıbaşı Sokağı’ndaki ev adresiyle) yaptırmıştır.

Cemal genç yaşta askeri bir kariyere yönlendirilmiş ve eğitim için Midilli’den İstanbul’a gönderilmiştir. 1890 yılında Kuleli Askerî İdâdîsi’nden (lise dengi harp okulu) mezun olduktan sonra 13 Haziran 1890 tarihinde Mekteb-i Harbiye-i Şahâne’nin harp sınıfına kaydolmuştur. Harp Akademisi’ndeki başarılı öğreniminin ardından 1893’te teğmen rütbesiyle sınıf ikincisi olarak mezun olmuştur. Yüksek askerî eğitimine Erkân-ı Harbiye (Kurmay Okulu) ile devam eden Cemal Bey, iki yıllık kurmaylık eğitimini başarıyla tamamlayarak 28 Aralık 1895’te kurmay yüzbaşı rütbesini almıştır.

Kurmay subay olan Cemal, Harbiye Nezâreti Erkân-ı Harbiye-i Umumiye 1. Şubesi’nde (Genelkurmay 1. Şube) kısa bir süre görev yaptıktan sonra, bizzat talep ederek saha hizmetine geçmiştir. 18 Mart 1896 tarihinde II. Ordu emrine atanarak Kırklareli İstihkâm İnşaat Şubesi’nde görevlendirilmiştir. Yaklaşık üç yıl Trakya bölgesindeki bu görevde bulunduktan sonra kendi isteğiyle tayinini talep etmiş ve 27 Mart 1899’da Selanik’teki III. Ordu emrine, Selanik Redif Fırkası Kurmay Başkanlığı’na atanmıştır. Böylece genç yaşta Osmanlı’nın Makedonya bölgesinde önemli bir kurmay pozisyonuna gelmiştir.

Osmanlı Ordusunda Yükselişi ve İttihatçılarla Birlikteliği

Cemal Bey 1900’lerin başında Rumeli’de görev yaparken, bölgede asayişi bozan çete ve eşkıya hareketlerine karşı etkin rol almıştır. Nitekim bir resmi rapora göre Ustrumca, Alaşonya, Koçana ve Toyran havalisinde eşkıya takibi için Kurmay Binbaşı Cemal Bey görevlendirilmiş ve takibat başarıyla sürdürülmüştür. Bu dönemde Cemal Bey, bölgede artan ayrılıkçı faaliyetlere karşı tecrübe kazanırken, diğer reformcu Osmanlı subaylarıyla da yakın çalışmıştır. Selanik’te III. Ordu Karargâhı’nda görev yaptığı sırada Kurmay Kolağası Ömer Nafi (Fethi) ve Şam’dan gelen Kurmay Kolağası Mustafa Kemal Bey gibi subaylarla birlikte çalışmış olması, ileride İttihat ve Terakki içinde kuracağı dostlukların temelini attı.

II. Meşrutiyet’in ilanını (1908) hazırlayan Jön Türk hareketine Cemal Bey de sempati duyuyordu. Kendisi tam bir “İttihatçı” ruhu taşıyarak, Osmanlı Devleti’nin mutlak monarşiden meşruti yönetime geçişine zemin hazırlayan faaliyetlere katıldı. 1908 Devrimi sonrası Osmanlı ordusundaki genç ve vatansever subaylar arasında saygınlık kazanan Cemal, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin aktif bir mensubu hâline geldi. 1909 yılında meydana gelen 31 Mart Vakası (13 Nisan 1909) olarak bilinen irtica girişimi sırasında Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yürüyüşüne destek veren subaylar arasındaydı. İsyanın bastırılmasının hemen ardından yaşanan Adana olayları sırasında ise, Cemal Bey bölgedeki soruşturma ve ıslahat çalışmalarında görev almak üzere seçilecekti.

Adana Valiliği Dönemi (1909–1911)

Nisan 1909’da Adana vilayetinde meydana gelen ve Müslümanlar ile Ermeniler arasında ciddi can kayıplarına yol açan Adana Olayları sonrasında, Osmanlı hükümeti bölgede güvenliği sağlamak ve soruşturmaları yürütmek üzere bazı idari değişikliklere gitti. İttihat ve Terakki Cemiyeti, bölgedeki gerginliği yatıştırıp yeniden düzen kurma vazifesini güvendiği isimlerden Cemal Bey’e verdi. Böylece Cemal Bey, 1909 yılı içinde Adana Valisi olarak atandı ve zor bir dönemde vilayetin yönetimini üstlendi.

Cemal Bey Adana’da göreve başlar başlamaz, farklı etnik-dini unsurlar arasında barış ve huzuru tesis etmeye yönelik adımlar attı. Olaylara karışmakla suçlanan dönemin Adana Valisi ve Kolordu Komutanı görevden alınarak yargılanırken, Cemal Bey bölgede otoriteyi yeniden kurmaya girişti. Kendisinin ifadesine göre Adana’da Türk ve Ermeni halk artık birbirine karşı “asla kötü bir niyet beslememektedir”. İstanbul’a gönderdiği raporlarda veya telgraflarda, olayların bastırılmasından sonra iki toplumun barış içinde bir arada yaşadığına dair teminat vermiştir. Bu beyanlar, Cemal Paşa’nın bölgede asayişi tesis etmek ve yaraları sarmak için yoğun çaba gösterdiğini ortaya koymaktadır.

Adana Valiliği sırasında Cemal Bey yalnız güvenliği sağlamakla kalmamış, aynı zamanda vilayette modernleşme ve reform adımları da atmıştır. Eğitimi ve toplumsal hayatı geliştirmeye yönelik cesur kararlar almıştır. Örneğin bir olayda, Adana’daki bir kız mektebini ziyareti sırasında öğrenci kızların yüzlerini açmalarını istemiş, peçelerini çıkarmaya zorlamıştır. Bu durum, dönemin bazı muhafazakâr çevrelerinde tepkilere yol açmış ve Abdülcelil bin Mehmed adlı bir kişi tarafından Dahiliye Nezareti’ne şikâyet edilmiştir. Bu vesileyle, Cemal Bey’in kadınların eğitimine ve toplumsal hayata katılımına önem verdiği, geleneksel uygulamalara karşı reformist bir tavır sergilediği anlaşılmaktadır. Nitekim bu tutumu, daha sonra üstleneceği görevlerde de (özellikle Suriye’deki idaresinde) kendini gösterecektir.

Cemal Bey’in Adana’daki idaresi genel olarak başarılı bulunmuş; bölgede huzurun yeniden sağlanması, suçluların Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanarak cezalandırılması ve altyapı çalışmalarının başlamasıyla vilayette düzen tesis edilmiştir. İttihat ve Terakki yönetimi, Cemal Bey’in Adana’da gösterdiği dirayet nedeniyle ona daha büyük ve stratejik bir vilayetin idaresini emanet etmeye karar vermiştir. Bu çerçevede, 1911 yılı ortalarında Cemal Bey’in Adana valiliğinden Bağdat Valiliği’ne atanması kararlaştırılmıştır. Haziran 1911’de Sadrazamlığa gönderilen yazı ile Cemal Bey’in Bağdat’a nakli için gerekli işlemler başlatılmış; Adana Valiliği’nden boşalan yere de Kayseri Mutasarrıfı Muammer Bey’in getirilmesi uygun görülmüştür.

Bağdat Valiliği ve Balkan Savaşı (1911–1913)

Cemal Paşa, Temmuz 1911’de Bağdat Valisi olarak göreve başladığında, Osmanlı Devleti’nin Arap vilayetlerinde Osmanlıcılık fikrini güçlendirmek ve yükselen Arap milliyetçiliğini kontrol altına almak önemli bir meseleydi. Bağdat vilayeti, stratejik konumu ve zengin petrol yataklarıyla büyük güçlerin de ilgisini çekiyordu. Cemal Paşa, İttihat ve Terakki’nin güvenilir bir yöneticisi olarak burada hem merkezi otoriteyi güçlendirmeye hem de yerel halkın gönlünü kazanmaya yönelik politikalar izledi.

Bağdat Valiliği sırasında Cemal Paşa, bölgedeki Arap aşiret reisleri ve ileri gelenlerle iyi ilişkiler kurmaya çaba gösterdi. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra her yıl milli bayram olarak kutlanan 10 Temmuz Hürriyet Bayramı törenlerine, Bağdat’taki önde gelen Arap şeyhlerini ve aşiret liderlerini özellikle davet etti. Bu liderler, Osmanlı yönetimine bağlılıklarını Cemal Paşa’nın huzurunda beyan ettiler. Cemal Paşa, Arap milliyetçiliğinin bölgede güç kazanmasının en önemli nedenlerinden birinin ekonomik geri kalmışlık ve yoksulluk olduğunu tespit etmişti. Bu yüzden Bağdat’ta acil olarak kapsamlı bir imar ve ıslahat programı uygulanması gerektiğini düşündü. Ulaşım altyapısının geliştirilmesi, sulama projeleri ve eğitim olanaklarının artırılması gibi projeler üzerinde durdu. Bağdat’ta göreve başlar başlamaz başlattığı bazı bayındırlık faaliyetleri sayesinde halkın Osmanlı yönetimine bağlılığını pekiştirmeyi hedefledi.

Ne var ki, Cemal Paşa’nın Bağdat’taki idare dönemi uzun sürmedi. 1911’in sonlarına doğru Trablusgarp Savaşı patlak vermiş, akabinde içeride İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı siyasi muhalefet güç kazanmıştı. İstanbul’da İttihatçılar aleyhine gelişen hava sonucunda, 1912 Temmuz ayında Gazi Ahmet Muhtar Paşa başkanlığında İttihat ve Terakki’nin yer almadığı bir “Büyük Kabine” kurulunca, Cemal Paşa gibi önemli İttihatçı valiler de baskı altına girdiler. İttihat ve Terakki’nin iktidardan ilk düşüşü olarak kaydedilen bu dönemde (Halaskar Zâbitan darbesi sonrası), Cemal Paşa Bağdat Valiliği görevinden istifa etmeye karar verdi. Yeni gelen hükümet Cemal Bey’in istifasını derhal kabul etmiş ve yerine geçici olarak Bağdat’daki ordu komutanının vekâlet etmesini kararlaştırmıştır. Cemal Bey, 13 Ağustos 1912 tarihine kadar Bağdat’ta kalarak işleri devretmiş ve ardından İstanbul’a dönmüştür.

Cemal Paşa, Bağdat’tan ayrılıp payitahta döndükten hemen sonra patlak veren Balkan Savaşları (1912–1913) sırasında aktif askeri görevlere talip olmuştur. Osmanlı Devleti Ekim 1912’de Balkan devletleriyle savaşa tutuştuğunda, Cemal Paşa yeniden askerî kimliğiyle sahneye çıkmıştır. Birinci Balkan Savaşı boyunca Trakya cephesindeki Şark Ordusu bünyesinde görev almıştır. Osmanlı arşiv belgeleri, Ekim–Kasım 1912’deki Kırklareli-Pınarhisar-Lüleburgaz muharebelerinde Cemal Bey’in de rol aldığını göstermektedir. Bu muharebelerde Osmanlı kuvvetleri ağır kayıplar verse de, Cemal Bey cephedeki deneyimi ve sevk-idare kabiliyetiyle dikkat çekmiştir. Özellikle Lüleburgaz Meydan Muharebesi sonrası Osmanlı ordusunun Çatalca hattına çekilişi sırasında ordu düzeninin korunmasına katkı sundu.

Balkan Savaşı Osmanlı açısından büyük bir yenilgiyle sonuçlanıp Edirne dahil geniş topraklar kaybedilince, İttihat ve Terakki Cemiyeti yaklaşan barış şartlarını kabul etmeyen hükümete karşı harekete geçmiştir. 23 Ocak 1913’te Enver Bey ve Talat Bey liderliğinde gerçekleştirilen Bâb-ı Âli Baskını ile İttihatçılar hükümet darbesi yaparak yeniden iktidarı ele geçirdiler. Cemal Paşa da bu darbenin plânlayıcıları ve icracıları arasında yer almıştır. 1919’da İstanbul’da yapılan Divan-ı Harb-i Örfi duruşmalarında da ortaya konduğu üzere, Enver, Talat ve Cemal Paşalar 1913 Bâb-ı Âli Baskını’nı bizzat organize eden isimlerdi. Bu başarılı darbe sonucunda Sadrazam Kamil Paşa istifa ettirilmiş, yerine İttihatçıların desteklediği Mahmud Şevket Paşa sadrazam olmuştur.

İktidardaki Üç Paşa Dönemi (1913–1914)

Bâb-ı Âli Baskını’nın ardından İttihat ve Terakki Cemiyeti fiilen Osmanlı Devleti’nin idaresine hakim oldu. Cemal Bey, bu süreçte hızla terfi ettirilerek önemli görevlere getirildi. İlk olarak İstanbul’un güvenliğini sağlamak üzere İstanbul Muhafızı (Başkent Komutanı) görevine atandı. Başkentte asayişi temin etmek ve olası muhalefet hareketlerini engellemek için sıkı tedbirler uyguladı. Ayrıca, 1913 yılı içinde yeni kurulan kabinede Nâfia Nâzırı (Bayındırlık Bakanı) olarak yer aldı. Bu görev, bir bakıma Cemal Paşa’yı ordu dışındaki idari işlere de dahil ederek hükümet içinde söz sahibi olmasını sağladı.

1913 yılı, İttihat ve Terakki kadroları arasında önemli güç mücadelelerine de sahne olmuştu. Osmanlı ordusunun en kritik makamı olan Harbiye Nazırlığı (Savaş Bakanlığı) konusunda, Cemal Bey ile yakın silah arkadaşı Enver Bey arasında bir rekabet yaşandı. 1913 Haziran’ında Sadrazam Mahmud Şevket Paşa’nın suikast sonucu öldürülmesinin ardından hükümette değişiklikler yapılırken Harbiye Nazırı’nın kim olacağı meselesi gündeme geldi. İttihat ve Terakki içinde bir grup, Harbiye Nazırlığı için Cemal Bey’in uygun olduğunu düşünmekteydi; hatta bazı yayınlarda “Enver yerine Cemal’in Harbiye Nazırı, Enver’in ise Erkân-ı Harbiye Reisi olması her bakımdan daha münasip olur” şeklinde yorumlar yapıldı. Ancak sonuçta, özellikle Alman askeri çevrelerinin de desteğini alan Enver Bey tercihi ağır bastı. 3 Ocak 1914’te Enver Paşa, henüz 32 yaşında iken Harbiye Nazırı olarak atandı.

Enver Paşa’nın Harbiye’nin başına geçmesiyle, İttihat ve Terakki içindeki “Üç Paşa” dengesi de kurulmuş oldu: Talat Paşa dahili işleri (Dâhiliye Nazırı) kontrol ediyor, Enver Paşa orduyu yönetiyor, Cemal Paşa ise kabinede önemli bir mevkii işgal ediyordu. Enver’in yükselişini kabullenmek durumunda kalan Cemal Paşa’ya, denge unsuru olarak hükümet içinde başka kritik bir görev verildi. Şubat 1914’te Cemal Paşa, Bahriye Nazırı (Donanma Bakanı) olarak atandıen.wikipedia.org. Böylece Osmanlı donanmasının ıslahı ve idaresi de kendisine emanet edildi. Bahriye Nazırlığı’na tayiniyle birlikte Cemal Paşa, donanmada geniş kapsamlı bir reform hareketi başlattı; donanmayı güçlendirmek amacıyla sivil toplum örgütleri (Donanma Cemiyeti vb.) ile yakın işbirliği kurdu. Tersanelerin modernizasyonu, yeni gemi alımları ve deniz subaylarının eğitimine önem verilmesi bu dönemde gerçekleştirdiği icraatlar arasındaydı. Böylelikle Cemal Paşa, I. Dünya Savaşı arifesinde imparatorluğun askerî ve siyasi elitinden biri olarak en yüksek karar mekanizmalarında yerini almış oldu.

Birinci Dünya Savaşı’nda Cemal Paşa (1914–1918)

Osmanlı Devleti, İttihat ve Terakki liderliğinde 1914 yılında I. Dünya Savaşı’na girerken, Cemal Paşa hem hükûmet üyesi hem de cephe komutanı kimliğiyle önemli roller üstlendi. Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın yönlendirmesiyle Osmanlı Devleti, Almanya’nın müttefiki olarak Kasım 1914’te resmen savaşa dahil olunca, imparatorluğun savunması için çeşitli cepheler teşkil edildi. Bu kapsamda Cemal Paşa, Aralık 1914’te 4. Ordu Komutanlığı’na atanarak Suriye-Filistin cephesinin başına getirildi. 4. Ordu karargâhı Şam’da bulunuyor ve görevi, imparatorluğun güney kanadını savunmak ve İngilizlerin elindeki Mısır’a karşı taarruz düzenlemek olarak belirlenmişti. Cemal Paşa, İstanbul’dan sadrazam ve Harbiye Nezareti ile yaptığı yazışmalarda, bu kritik vazifeye atandığı için ülkenin güvenliği adına elinden gelen tüm tedbirleri alacağını bildiriyordu. Nitekim 4. Ordu komutanlığına başlar başlamaz, cephedeki birliklerin iaşe ve teçhizat ihtiyaçlarını gidermek üzere yoğun çaba gösterdiğini ve “iaşeyi temin için ittihaz-ı tedabirde kusur etmeyeceğini” ifade etmiştir.

Süveyş Kanalı Harekâtı

Cemal Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı’ndaki en büyük operasyonel girişimi, 4. Ordu’ya bağlı birliklerle Süveyş Kanalı’na yönelik düzenlediği taarruzdur. Osmanlı yönetimi, 1869’da açılmış olan ve İngiltere’nin Hindistan yolu üzerinde hayati öneme sahip Süveyş Kanalı’nı ele geçirerek İngilizlere darbe vurmak istiyordu. Bu amaçla Cemal Paşa komutasındaki birlikler, Alman askerî danışmanların da desteğiyle 1915 yılının ocak ayında Sina Çölü üzerinden Mısır’a doğru harekete geçtiler. Birinci Kanal Seferi olarak bilinen bu harekât, son derece zor çöl koşullarında gerçekleşti. Cemal Paşa, yaklaşık 25.000 kişilik kuvvetini büyük zorluklarla Sina’yı aşarak Şubat 1915 başında kanal bölgesine ulaştırdı. 3 Şubat 1915’te yapılan baskın taarruzunda Osmanlı kuvvetleri Kanal’ı geçmeyi denediler; fakat karşı kıyıdaki İngiliz savunması ve lojistik imkânsızlıklar nedeniyle taarruz başarısız oldu. Cemal Paşa’nın bizzat kumanda ettiği bu harekâtta Osmanlı ordusu ağır kayıp vermeden geri çekilmeyi başardıysa da stratejik hedef gerçekleşmedi.

Kanal Seferi’nin istenen neticeyi vermemesi, Cemal Paşa’yı derin hayal kırıklığına uğratmıştır. Kendi değerlendirmesine göre, Mısır cephesindeki başarısızlıkta bölgedeki bazı Arap unsurların yeterince destek vermemesi de rol oynamıştır. Nitekim tarihçi Hasan Kayalı, Cemal Paşa’nın özellikle Kanal harekâtlarındaki başarısızlıklardan sonra Araplara karşı yoğun bir baskı politikasına yöneldiğini iddia eder. Ancak bu görüşün tek taraflı olduğu ve Osmanlı arşiv belgelerini dikkate almadığı da belirtilmiştir. Aslında Cemal Paşa, Kanal harekâtı sırasında bölgedeki yerel Arap gönüllülerin gösterdiği fedakârlıklardan da övgüyle bahsetmiştir; onların Halife’ye olan bağlılıklarının altını çizmiştir. Yine de bir kumandan olarak Cemal Paşa, Süveyş Kanalı’nı ele geçirme hedefine ulaşamaması nedeniyle prestij kaybına uğramış ve bundan sonraki politikalarında daha sert tedbirlere yönelmiştir.

1916 yılı içinde Cemal Paşa, Kanal’a ikinci bir sefer hazırlığı düşündüyse de, bu girişim de başarılı olamadı. Sina cephesine Almanya’dan takviye istenmesine ve hatta Cemal Paşa’nın Almanya ziyaretleri yaparak uçak, top gibi destekler temin etmesine rağmen, İngilizlerin savunması karşısında Osmanlı ordusu bir daha kanalı geçmeye teşebbüs edemedi. Sonuçta Kanal Cephesi, Osmanlı için savunma hattında kalmaya mecbur olunan bir cepheye dönüştü. İngilizler ise 1916 ortalarından itibaren Filistin-Sina hattında taarruza geçecek gücü toplamaya başladılar.

Suriye’de İdare ve Arap Ayaklanması

Cemal Paşa, 4. Ordu Komutanlığı yanı sıra Suriye bölgesinde mülki idareyi de fiilen kontrolü altına almıştı. İttihat ve Terakki yönetimi, savaş şartlarında Suriye, Lübnan, Filistin ve Kilikya bölgelerini içine alan geniş coğrafyada Cemal Paşa’yı hem ordu kumandanı hem de “Fevkalade Vali” yetkileriyle donatarak bir nevi genel vali olarak görevlendirdi. Cemal Paşa da Şam merkez olmak üzere bölgede çok güçlü bir otorite tesis etti. Büyük Suriye olarak anılan bu coğrafyada “müthiş” bir idari ve askeri denetim ağı kurduğu, bölgedeki ayrılıkçı hareketlere geçit vermemeye çalıştığı bilinmektedir. Savaş süresince Cemal Paşa’nın emri altındaki 4. Ordu, aynı zamanda Suriye valiliği fonksiyonlarını da yürüttü; bu nedenle kendisine yerel halk arasında “Suriye Valisi” veya “el-Cezzar” (Kasap) gibi unvanlar takılmıştır.

Cemal Paşa’nın Suriye’deki yönetim politikası iki aşamalı bir karakter gösterir: başlangıçta uzlaşmacı, sonradan sertlik yanlısı. İlk aşamada Cemal Paşa, bölgedeki ileri gelen Arap aileleri ve aşiretlerle işbirliği yapmaya gayret etti. Onları Osmanlı Devleti’nin sadık tebaası olarak kazanmak için meclislere dahil etti, önemli mevkilere getirdi veya onurlandırdı. Örneğin Şam’da ve Beyrut’ta düzenlenen resmi törenlere yerel liderlerin katılımını sağlayarak Osmanlı yönetimine destek beyanlarını aldı. Hatta Haziran 1915’te Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile de mektuplaşarak Osmanlı yanında kalmasını telkin eden diplomatik bir çaba içinde olduğu bilinir. Ancak 1916 yılında Şerif Hüseyin’in İngilizlerle anlaşarak isyan bayrağını açması (Hicaz Ayaklanması) Cemal Paşa için bir dönüm noktası oldu. Bu olay, Cemal Paşa’nın Arap ileri gelenlerine güvenini sarsmış ve yaklaşımını sertleştirmesine yol açmıştır.

Şerif Hüseyin isyanının patlak vermesinden önce bile, Cemal Paşa bölgedeki bazı gizli Arap milliyetçi örgütlerinin faaliyetlerini tespit etmiş ve bunlara karşı tedbirler almaya başlamıştı. Beyrut ve Şam’da “El-Âhd” ve “El-Fetât” gibi cemiyetlerle bağlantılı olduğu saptanan kişiler tutuklanarak Divan-ı Harb mahkemelerine çıkarıldı. Cemal Paşa, Haziran 1915’te Beyrut’ta ve Mayıs 1916’da Şam’da vatan hainliğiyle suçladığı bir dizi Arap aydını ve ileri gelenini idam ettirdi. 21 Ağustos 1915’te Beyrut’ta 11 kişi, 6 Mayıs 1916’da ise Şam’da aralarında milletvekillerinin de bulunduğu 7 kişi asılmıştır. (Bu nedenle 6 Mayıs tarihi günümüzde Suriye ve Lübnan’da “Şehitler Günü” olarak anılır.) Cemal Paşa bu infazlarla, Osmanlı Devleti’ne isyan eden veya İngilizlerle işbirliği yapanlara gözdağı vermek istemiştir. Kendisine yönelik eleştiriler, bu dönemdeki sert tedbirlerinden dolayı “Kanlı Cemal” lakabının takılmasına yol açmıştır. Öte yandan Cemal Paşa, kendi bakış açısından devletin bekası için gerekli gördüğü cezaları uyguladığını savunmuştur. İttihat ve Terakki Hükümeti de o dönem Cemal Paşa’nın uygulamalarını onaylamış, İstanbul’da çıkan Takvim-i Vekâyi gazetesi Cemal Paşa’nın icraatlarını savunan makaleler yayınlamıştır.

Ermeni Tehciri ve Cemal Paşa’nın Tutumu

1915 yılında Osmanlı Hükümeti, Doğu Anadolu’da savaş şartlarında güvenlik riski oluşturduğu gerekçesiyle Ermeni nüfusun savaş bölgesi dışına sevk ve iskanını öngören Tehcir Kanunu’nu çıkardı. Bu karar doğrultusunda yüz binlerce Ermeni sivil, Anadolu’nun güney vilayetlerine (Suriye-Filistin bölgesine) kafileler halinde gönderilmeye başlandı. Cemal Paşa’nın komutasındaki 4. Ordu sahası, bu sevkiyatın ulaştığı nihai bölge konumundaydı. Halep, Şam, Deyr-i Zor gibi merkezlere çok sayıda Ermeni muhacir intikal etti. Tehcir sürecinde yaşanan zorluklar, salgın hastalıklar ve kimi yerlerde suistimaller, Ermeni kafilelerinin büyük acılar çekmesine yol açmıştı. Bu kritik dönemde Cemal Paşa, bölgesine ulaşan Ermenilerin iskânı ve korunması hususunda aktif bir rol üstlenmiştir.

Osmanlı arşiv belgeleri ve yabancı gözlemcilerin raporları, Cemal Paşa’nın sorumluluk sahasındaki Ermenilere karşı nispeten insancıl bir politika izlediğini ortaya koyar. Genelkurmay Başkanlığı ATASE arşivinde yayımlanan belgelere göre, Cemal Paşa “Ermenilerin yerleştirilmesi ve iaşelerinin temini işinde devletin bütün imkânlarını seferber etmiştir”. Gerçekten de Halep, Şam ve Beyrut’ta Ermeni yetimler için birkaç yetimhane açtırmış; bu yetimhanelerin masraflarının Osmanlı hükümeti tarafından karşılanacağını bildirmiştir. Halep’te gönüllü olarak Ermeni muhacirlere yardım eden İsviçreli misyoner Beatrice Rohner ile işbirliği yaparak, sahipsiz Ermeni çocuklarının toplanıp bakımlarının sağlandığı kurumlar oluşturmuştur. Bazı Alman ve Amerikalı yardım kuruluşlarının bölgede Ermenilere yardım faaliyetlerine izin vermiş, gelen yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasında kolaylıklar sağlamıştır. Bu dönemi yakından izleyen Alman Papaz Johannes Lepsius, Cemal Paşa’nın Ermenilere yardım için devlet imkânlarını sonuna kadar kullandığını özellikle vurgulamıştır.

Cemal Paşa, Ermeni kafilelerine yönelik saldırı ve yağma olaylarına karşı da sert tedbirler almıştır. Kendisinin ünlü bir sözü, onun bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır: “Ermenilere zulüm yapılması millî şerefimizi zedeler. Bu bakımdan onlara zulüm yapanları askerî mahkemeye vereceğim.”. Nitekim bu sözünü icraata dökerek Adana civarında Ermeni göç kollarına saldıran altı çeteciyi, bizzat kafilenin gözü önünde idam ettirmiştir. Genelkurmay arşivinde yayınlanan bir belgeye göre, Cemal Paşa’nın emriyle yakalanan altı şahıs Divan-ı Harp’te yargılanarak asılmış ve bu infaz, Ermeni kafilelerine saldırmaya cüret edecek olanlara ibret olması amacıyla halka açık gerçekleştirilmiştir. Cemal Paşa’nın bu tutumu, bölgede Ermeni kafilelerine yönelik asayişsizliği önemli ölçüde engellemiştir. Sonraki yıllarda dahi, Osmanlı belgeleri Cemal Paşa’nın bu insancıl yaklaşımını teyit etmiş; 1919’daki Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında da Cemal Paşa lehine tanıklık eden bazı kişiler onun Ermenileri korumak için elinden geleni yaptığını beyan etmişlerdir.

Özetle, Cemal Paşa savaş yıllarında Suriye-Filistin cephesinde hem askeri hem idari anlamda neredeyse diktatoryal bir güç icra etmiştir. Bir yandan İngiliz ve isyancı Arap güçlerine karşı cepheyi savunmuş, diğer yandan bölgenin sivil yönetimini kontrol ederek hem Osmanlıya bağlı unsurları desteklemeye hem de tebaayı savaş çabası için seferber etmeye çalışmıştır. Ancak 1917 yılına gelindiğinde İtilaf Devletleri Filistin cephesinde üstünlüğü ele geçirmeye başlamıştı. Britanya kuvvetleri 1917 sonbaharında Gazze ve Kudüs’ü aldı; 1918 Eylül’ünde ise General Allenby komutasında büyük bir taarruz ile Osmanlı 4. Ordusu’nu Şeria nehri doğusuna doğru bozgun halinde çekilmeye mecbur bıraktı. Bu gelişmeler üzerine Cemal Paşa, Ekim 1918’de Şam’ı boşaltarak Halep’e çekildi. Fakat Osmanlı Devleti için artık genel yenilgiden kaçış yoktu.

Mondros Mütarekesi ve Sürgün Yılları (1918–1922)

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’ndan yenik olarak çekildiğini tescil etti. Mütareke koşulları ağırdı ve İttihat ve Terakki’nin lider kadrosu, özellikle savaş sırasında alınan kararlar nedeniyle İtilaf Devletleri’nce sorumlu tutulacaklarını biliyordu. Mütarekeden sadece birkaç gün sonra, 1-2 Kasım 1918 gecesi, Cemal Paşa da dahil olmak üzere önde gelen İttihatçı liderler gizlice İstanbul’dan ayrıldılar. Enver, Talat ve Cemal Paşalar bir Alman torpidosuna binerek Karadeniz üzerinden Odesa’ya kaçtılar. Böylece İttihat ve Terakki’nin “Üç Paşa”sı, hesap vermekten korktukları işgal kuvvetlerinin eline düşmeden yurttan ayrılmış oldular. İlerleyen günlerde Sadrazam İzzet Paşa hükümeti, Paşaların İstanbul’dan firarından haberdar olmadığını açıklamak zorunda kaldı ve ihmali görülen bazı görevliler hakkında tahkikat başlattı.

Cemal Paşa ilk etapta Almanya’ya geçerek bir süre Berlin’de kaldı. İttihat ve Terakki liderleri gıyaben (yokluklarında) yargılanmak üzere İstanbul’da Divan-ı Harb-i Örfi mahkemelerine sevk edildiler. Osmanlı hükümeti, özellikle İngilizlerin baskısıyla, savaş sırasında işlenen suçlar ve kötü yönetim nedeniyle eski yöneticileri yargılamak durumundaydı. Cemal Paşa’nın yargılanma süreci, 1919 ilkbaharında İstanbul’da gerçekleşen ünlü “İttihatçıları yargılama” davaları kapsamında görüldü. Mahkeme, ilk duruşmalar sonunda Enver, Talat ve Cemal Paşaların 1913 Bâb-ı Âli Baskını ile meşruti idareyi cebren değiştirme suçunu işlediklerine hükmetti. Diğer itham konularında ise somut kanıt yetersizliğinden dolayı üç paşanın sorumluluğu tam ortaya konamadı. Özellikle Cemal Paşa hakkında görevi kötüye kullanma, savaş sırasındaki uygulamalarından kaynaklı çeşitli yolsuzluk veya katliam iddiaları gündeme gelmişse de, Divan-ı Harb-i Örfi bunları kanıtlayamadı; neticede Cemal Paşa yalnızca Bâb-ı Âli Baskınına iştiraki ve hükümet şeklini cebren değiştirme fiili nedeniyle gıyaben idama mahkûm edildi. Bu karar 5 Temmuz 1919 tarihli Takvim-i Vekayi gazetesinde yayımlanarak resmiyet kazandı. (Cemal Paşa’nın cezası hiçbir zaman infaz edilemeyecekti; zira kendisi çoktan Osmanlı topraklarını terk etmişti.)

1919-1922 yılları arasında Cemal Paşa’nın hayatı, sürgün ve gurbet yılları olarak tanımlanabilir. Berlin’de bir müddet kalan Cemal, burada Talat Paşa ile beraber eski İttihatçı çevrelerle temaslarını sürdürdü. Bir ara İsviçre’ye geçerek bir süre Zürih ve Klosters kasabasında kaldı. Mondros Mütarekesi sonrası Anadolu’da Mustafa Kemal Paşa önderliğinde başlayan Millî Mücadele’yi yakından takip eden Cemal Paşa, milliyetçi harekete destek olmak arzusundaydı. Fakat İtilaf Devletleri nezdinde İttihatçıların imajı olumsuz olduğundan, doğrudan Anadolu’ya geçmesinin mücadeleye zarar verebileceğini değerlendiriyordu. Nitekim yakın çevresine “Anadolu’daki arkadaşlarımızı rahat bırakmalıyız, onlara şimdi bizim yaklaşmamız doğru olmaz” diyerek millî direnişe katılmak yerine dolaylı yoldan yardım etme fikrinde olduğunu dile getirmiştir. Bu strateji doğrultusunda, vatanına uzaktan hizmet edebilmek ve İngiliz emperyal çıkarlarına başka cepheden darbe vurabilmek amacıyla Afganistan’a gitmeye karar verdi.

1920 yılı başlarında Moskova’ya giden Cemal Paşa, Sovyet Rusya ile temas kurdu. Bolşevik liderlerle görüşerek, hem Türkiye hem de doğu halkları için ortak düşman olarak gördükleri İngiliz emperyalizmine karşı birlikte hareket etme zemini aradı. Bu temaslar sonucunda, Sovyetlerin müsaadesiyle Orta Asya üzerinden Afganistan’a gitme planını hayata geçirdi. 1920 ortalarında Cemal Paşa kendi küçük ekibiyle Moskova’dan yola çıkarak Hazar Denizi üzerinden Orta Asya’ya ulaştı ve nihayet Kabil şehrine vardı. O sıralar Afganistan Emirliği, Emîr Amanullah Han liderliğinde 1919’da İngilizlere karşı Bağımsızlık Savaşı vermiş ve zafer elde etmişti. Amanullah Han modernleşme yanlısı bir hükümdardı ve genç Türkiye’nin Milli Mücadelesinden etkileniyordu. Cemal Paşa Afganistan’da büyük bir itibârla karşılandı. Emîr ona askeri danışmanlık görevi verdi ve Afgan ordusunun modernizasyonu için kollar sıvandı. Cemal Paşa yaklaşık iki yıl boyunca Kabil’de kalarak Afgan ordusunun teşkilatlanmasında, subay eğitiminde ve idari yapılanmasında katkılar sağladı. Bu dönemde yanında diğer bazı eski Osmanlı subayları (örneğin Ali Fuat (Erden) Bey, Rüstem Bey gibi) da bulunuyordu. Cemal Paşa’nın Afgan ordusuna dair gözlemleri ve önerileri, sonradan Türkçe ve Fransızca raporlar halinde yayımlanmıştır.

Cemal Paşa Afganistan’dayken bile bir yandan vatan hasreti çekiyor ve Anadolu’da devam eden İstiklâl Harbi’ni yakından takip ediyordu. Ankara hükümeti ile gizli yazışmalar yaparak destek teklif etti. Bizzat Mustafa Kemal Paşa ile mektuplaşarak düşüncelerini paylaştı. 1921 yılı boyunca Cemal Paşa’nın Ankara’ya en az 12 adet mektup gönderdiği bilinmektedir. Bu mektuplarda Milli Mücadele’ye lojistik ve diplomatik katkı yapma arzusunu dile getirmiştir. Hatta Mustafa Kemal Paşa’dan izin ve davet gelirse Anadolu’ya geçip hizmet edebileceğini ima etmiştir. Ancak Ankara liderliği, İtilaf devletlerinin hassasiyetlerini dikkate alarak İttihatçı paşaların Anadolu’ya gelmesine sıcak bakmamış, onların dışarıda kalmasının daha yararlı olacağı kanaatine varmıştır. Cemal Paşa da bu durumu anlayışla karşılamış ve “Orada (Anadolu’da) bizim görünmemiz doğru olmaz. Ben bu sebeple Afganistan’da İngilizlere karşı bir cephe açacağım, böylece uzaktan da olsa vatanıma hizmet edeceğim” diyerek durumunu kabullenmiştir.

1922 yılına gelindiğinde, Anadolu’daki Milli Mücadele zafere doğru ilerlerken (Ağustos 1922 Büyük Taarruz hazırlıkları), Cemal Paşa da Afganistan’daki görevini tamamlayıp Türkiye’ye dönmeyi veya en azından temas kurmayı planlamaya başladı. Haziran 1922’de Afganistan’dan ayrılarak yeniden Rusya’ya (Sovyetler Birliği’ne) geçti. Moskova’da Sovyet yetkililerle görüştükten sonra Gürcistan üzerinden Türkiye’ye yaklaşmak niyetindeydi. 5 Temmuz 1922’de Moskova’dan ayrılan Cemal Paşa, yanındaki iki yaveri (Süreyya ve Nusret Beyler) ile birlikte Tiflis şehrine geldi. Amacı, Tiflis’te kısa bir süre bekleyerek Ankara ile irtibat kurmak, mümkünse Mustafa Kemal Paşa ile bir telgraf görüşmesi yapmak ve ardından uygun görülürse Anadolu’ya geçmekti. Nitekim 9 Temmuz 1922’de Tiflis’ten Mustafa Kemal Paşa’ya son bir mektup yazarak, Enver Paşa’nın Orta Asya’daki maceracı hareketlerini eleştirip, kendi planlarını aktardı. Bu mektup Cemal Paşa’nın Mustafa Kemal’e hitaben yazdığı 14. ve son mektup olacaktı.

Ne yazık ki Cemal Paşa, memleketine dönemeden elim bir suikasta kurban gitti. 21 Temmuz 1922 akşamı, Tiflis’te bulunduğu sırada, Ermeni siyasi örgütü Taşnak’ın üç fedaisi tarafından pusuya düşürülerek silahlı saldırıya uğradı. Cemal Paşa ve maiyetindeki Süreyya ile Nusret Bey, uğradıkları suikast sonucu olay yerinde hayatlarını kaybettiler. Bu suikast, 1915 olaylarının intikamını almak isteyen Ermeni komitacılarının “Nemesis Operasyonu” kapsamında gerçekleştirilmişti. Daha önce Talat Paşa (1921’de Berlin’de) ve Bahattin Şakir gibi İttihatçılara karşı düzenlenen suikast zincirinin bir halkası da Cemal Paşa oldu. İlerleyen soruşturmada suikastçıların Taşnak komitesi üyesi oldukları belirlendi. Dönemin Sovyet Gürcistan makamları, saldırının ardından Tiflis’te geniş çaplı tutuklamalar yaparak 200’e yakın Ermeni örgüt mensubunu gözaltına aldı. Ankara’daki Büyük Millet Meclisi Hükümeti de olaya tepki göstererek Sovyet Ermenistan hükümetine sert bir nota verdi ve suçluların yakalanmasını talep etti. Ermeni tarafı ise resmi olarak bu cinayetle bir ilgilerinin olmadığını açıklayan taziye mesajları göndermekle yetindi.

Cemal Paşa’nın cenazesi, Tiflis’te büyük bir törenle kaldırıldı. Tiflis Şah Abbas Camiinde kılınan cenaze namazına kalabalık bir Müslüman ve Gürcü halk topluluğu katıldı; Azerbaycan, İran ve Rus temsilcileri başta olmak üzere birçok yabancı misyon yetkilisi Türk temsilciliğine gelerek taziyelerini bildirdi. Sovyet Kızıl Ordu komutanlarından ve Gürcü hükûmet yetkililerinden oluşan bir tören birliği de bando eşliğinde cenaze merasimine katıldı. Bu, Cemal Paşa’nın bölgedeki saygınlığını gösteren anlamlı bir veda töreni idi. Ancak defin Tiflis’te yapılmadı. Ankara Hükümeti’nin girişimleriyle, Tiflis’teki Türk temsilciliği cenazenin Türkiye’ye nakli için teşebbüse geçti. Cenazenin Anadolu’ya getirilmesi izni Sovyet makamlarından alındıktan sonra, Cemal Paşa’nın kardeşi Kemal Doğuluoğlu bizzat Tiflis’e giderek naaşı teslim aldı. Cemal Paşa ve yaverlerinin tahnit edilmiş (ilaçlanmış) cenazeleri trenle Kars’a ulaştırıldı; oradan da Erzurum’a getirildi. 28 Eylül 1922 tarihinde Erzurum Kars Kapı Şehitliği’nde, merhum 3. Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa’nın kabrinin yanındaki uygun yerlere, sade bir askerî törenle defnedildiler.

Ahmed Cemal Paşa, ölümüyle birlikte Osmanlı’nın son kudretli paşaları devrini kapatan isimlerden biri olmuştur. Hayatının her döneminde vatan hizmetini önceleyen, sert disiplinli fakat icraatçı bir asker ve idareci olarak tanınmıştır. İttihat ve Terakki’nin ideallerine yürekten bağlanmış, imparatorluğun dağılmasını önlemek için bazen uzlaşmacı bazen sert politikalara başvurmuştur. Trablusgarp’tan Yemen’e, Balkanlardan Sina çöllerine ve Kafkasya’ya uzanan geniş bir coğrafyada iz bırakan Cemal Paşa, tarihte genellikle “Üç Paşalar”dan biri olarak anılsa da, kendi başına da müstakil bir kariyere ve mirasa sahiptir. Hatıralarını kaleme almış, ancak anıları 1917 yılı olayları ile sınırlı kalmıştır. Ölümünden sonra I. Dünya Savaşı’na ve İttihatçılara dair birçok tartışmada ismi geçmiştir. Kimi tarihçiler onu vatanperver bir görev adamı olarak överken, kimileri de özellikle savaş yıllarındaki uygulamalarından dolayı eleştirmiştir. Ancak resmî belgeler ve arşiv kayıtları incelendiğinde, Cemal Paşa’nın Osmanlı devletine bağlı, sorumluluk bilinci yüksek ve her şeyden önce imparatorluğun bekasını düşünen bir asker-devlet adamı profili çizdiği görülmektedir. Sonuç olarak, Cemal Paşa’nın hayat hikâyesi, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinde bir devrin öyküsüdür ve onun şahsında imparatorluğun son kudretli paşalarının dramı da vücut bulmuştur.

Kaynakça: Bu biyografi, Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) zabıtları, Genelkurmay ATASE Arşivi ve diğer resmî belge koleksiyonlarındaki kayıtlar temel alınarak hazırlanmıştır. Anlatılan olaylar ve olgular, ilgili arşiv vesikalarına atıflarla desteklenmiştir. Özellikle Nevzat Artuç’un “Ahmed Cemal Paşa (1872–1922) Askerî ve Siyasî Hayatı” başlıklı doktora çalışmasında derlenen arşiv belgeleri ile Genelkurmay Askerî Tarih yayınları, Osmanlı arşiv fonlarından alınan rapor ve telgraflar metnin ana dayanaklarını oluşturmuştur. Cemal Paşa’nın kendi hatıratı ve dönemin gazetelerinde yer alan haberler de ek bilgiler sunmak üzere kullanılmıştır. Bu vesikaların tam listesi ve arşiv kodları aşağıda belirtilmiştir:

  • BOA, Y.PRK.ASK (Yıldız Perakende, Askerî) fonu belgeleri – Cemal Paşa’nın askerlik kariyeriyle ilgili yazışmalar.
  • BOA, DH.ŞFR (Dahiliye Nezareti, Şifre Kalemi) telgrafları – Cemal Paşa’nın Suriye’deki icraatları ve Ermeni tehciri konulu şifreli telgraflar.
  • BOA, İ.DH (İrade-Dahiliye) ve MV (Meclis-i Vükelâ Mazbataları) fonları – Cemal Paşa’nın Adana ve Bağdat valiliklerine atanma kararları ile Divan-ı Harb yargılamalarına dair kayıtlar.
  • ATASE Arşivi (Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı) Kataloğu – 4. Ordu harekât raporları, Cemal Paşa’nın Kanal Seferi ve Filistin Cephesi’ne dair günlükleri, 1912 Balkan Harbi’ndeki yazışmaları vb. (ATASE, Kls. 159, Ds. 704, Fih. 4-15 gibi belgeler).
  • TBMM Gizli Celse Zabıtları ve İstiklâl Harbi arşiv belgeleri – Cemal Paşa’nın Ankara ile yazışmaları ve cenazesinin nakli hususundaki resmi yazılar.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir